Aralık 29, 2010

Makas - 4olabilir :)

Jüri bitti ya, alıcı gözle aynaya baktım bugün. Hafif yaşlanmış, yorgun ve yanakları tombullaşmış buldum kendimi; tüm gündür ne yapsam diye düşünürken....saatler geçti.

Önce kaşlarımı aldım:)
Sonra makası elime alıp gözlerimin yeşilini parlak gösteren florasana kurban olmuş aynanın önüne geçip saçlarımı kestim. Yalan yanlış, yamuk yumuk perçemlerim var artık ve farkettim ki ben bu eylemi yaklaşık 6 aylık periyodlarla yapıyorum. En son ve ilk olarak mayısta olmuş idi.


Jehan'ı Anlamak - 1

Gün gelip de erkekler Jehan Barbur'un şarkı sözlerini anlayabildiğinde kadın - erkek ilişikileriyle ilgili sıkıntılar yeryüzünden silinmiş olacak.

Buyrunuz burada da yazıyor: TIK

Bu "1"di, "2"ncisi de gelecek..

Ehil Duman


Duman adamlara yenik düştük..
Alamadık ağızlarından o mevhum sigaralarını..

26.10.2010

***
Dinlenmeye, ehlileşmeye gerek var bazen..

29.12.2010

Ressam: Justyna Kopania

Aralık 27, 2010

Adeta uçmaktayız mutluluktan!


Şahane bir hal,
Hatmedilen tüm albümleri, satır satır tüm şarkılarının ardından yepyeni sözler, hiç değişmeyen ses ve her defasında bir başka hissettiren ruh hali..
Sanki de içime doğmuş gibi bu aralar capcanlı dinlesem ya isteği, e artık farz oldu..

Bir adam aşık olduğu kadın için "Eylül Akşamı" şarkısını yazabilen kişidir..

Aralık 15, 2010

Ömür Hanım?!

23 yılını ve bundan sonrasını anlat deseler; daha da üstüne tek harf bile koyamam!

Uzun zamandır her kelimesiyle, cümlesiyle bu denli içimi/dışımı delen geçen, acıtan birşey olmamıştı sanırım.. Ağlamamak için söz vermemek gerek; yaşın ne olursa olsun!

*****

Ömür Hanım'la Güz Konuşmaları

...Ve güz geldi Ömür hanım. Dünya aydınlık sabahlarını
yitiriyor usul usul. İnsanın içini karartan bulutların seferi var
göğün maviliğinde. Yağmur ha yağdı ha yağacak. İn-
cecik bir çisenti yokluyor boşluğunu insan yüreğinin.
Hüznün bütün koşulları hazır. Nedenini bilmediğim bir
keder akıyor damarlarımdan. Kalbimin üstünde binlerce
bıçak ağzı... ve yüzüm ömrümün atlası; düzlükleri bunaltı,
yükseklikleri korku, uçurumları yıkıntılarımla dolu bir
engebeler atlası. Yaşamak bir can sıkıntısı mıdır Ömür
hanım?


Her şeyi iyi yanından görmeyi kim öğretti bize? Acıyı
görmeyen insan, umutsuzluğu yaşamayan, iliklerine dek
kederin işleyip yaralamadığı bir insan, mutluluktan,
umuttan, sevinçten ne anlar? Göğü görmeden, denizi gör-
meden maviyi anlamaya benzemez mi bu? Bir güz dü-
şünün ki Ömür hanım, ilkyazı olmamış, yazı yaşanmamış,
böyle bir güzün hüznü hüzün müdür? Başlamanın bir
anlamı varsa bitişi göze almak, bitişin bir anlamı varsa
başlangıcı olmak değil midir? Yaşamı düz bir çizgide tut-
mak tükenmektir. Yaşamak zorunda olduğumuz şunca yılı
aykırı uçlar arasında gezdirip geçirmedikçe, alışkanlıkların
sınırlarını aşmadıkça zaman zaman, yaşamak nasıl yenilik
olur tükenmek değil de?


Yağmur yağıyor Ömür hanım...gökten değil, yüreğimin
boşluğundan ömrümün ıssız toprağına...Ve ben sonsuz
bir düzlükte bir küçücük, bir silik nokta gibi eriyip gi-
diyorum. Seslensem kim duyar sesimi yalnızlıklar ka-
tından?


Dönelim...Dönmek yenilmektir biraz da, yarım kalmasıdır
çıkışlarımızın, korkaklıktır, alışkanlıkların güvenli küflü
kabuklarına sığınmaktır...Olsun dönelim biz yine de. Bi-
lincinde olmadan üstlendiğimiz sorumluluklarımız var.
Evlere dönelim, sırtımızın kamburu evlere, cılızlığımızın
görkemli korunaklarına, yalnızlığımızın kalelerine dö-
nelim. Ölçüsüz yaşamak bize göre değil Ömür hanım.
Büyürken geniş ufuklarımız olmadı bizim. Küçücük
avuçlarımızla sınırlarımızı genişletmek istedikçe yaşamın
binlerce engeli yığıldı önümüze. Hangi birini yenebilirdik
bunca olanaksızlık içinde. Umutsuzluğu tanıdık, yenilgiyi
öğrendik böylece.

Yaşama sevinci adına bir tutamağım kalmadı Ömür hanım.
Bir garip boşlukta çiviliyim günlerdir gözbebeklerimden.
Sahi nedir yaşamın anlamı? Geriye dönüyorum sık sık
yanıt aramak adına, yüreğimin silik izler bırakıp, ağır
yükler aldığı zamanın derin denizlerine. Bakıyorum umut
karamsarlığın, sevinç acının azıcık soluk almasından başka
ne ki? Yaşamsa gerçekle düşün umutsuz bir savaşı, her şeyi
içine alan kocaman bir yanılsama... Değil mi yoksa?


Öyle büyük umutlarım olmadı benim, büyük düşlerim,
özlemlerim, büyük beklentilerim olmadı. Koşullarım beni
oluşturdu ben acılarımı buldum. Herkes gibi yaşasaydım
eğer, yaşamı onlar gibi görebilseydim çarşılar yeterdi
avutmaya beni. Bir gömlek, bir ayakkabı, bir elbise; bir
yemek lokantalarda; televizyon, halı, masa ve daha nice
eşya yeterdi yalnızlığı örtmeye, kendimi göstermeye, va-
rolmaya, 'dar çevre yitikleri'nde önem kazanmaya...


Oysa ben bir akşamüstü oturup turuncu bir yangının
eteklerine, yüreği avuçlarımda atan bir can yoldaşıyla
dünyayı ve kendimi tüketmek isterdim. Öyle bir tüketmek
ki, sonucu yepyeni bir "ben"e ulaştırırdı beni, kederli dal-
gınlığımdan her döndüğümde...Bir ben ki tüm ilişkilerin
perde arkasını görür de gülerdim sessizce yapay ya-
kınlıklarına insanların. Kim kimi ne kadar anlayabilir
Ömür hanım?


Susmak yalnızlığın ana dilidir, Ömür hanım, şiiridir, beni
konuşmaya zorlama ne olur. Sözün sularını tükettim ben,
kaynağını kuruttum. Geriye bir büyük sessizlik kaldı yü-
reğimde, kalabalıklar, kalabalıklar kadar büyük...Yalnızım
Ömür hanım, geceler boyu akıp giden ırmaklar gibi ka-
ranlıklar içre, öyle yitik, öyle üzgün, yalnızım...Sularım
toprağa sızıyor bak. Yüzümü geceler örtüyor. Binlerce taş
saklanıyor içimde. Kim kimin derinliğini görebilir, hem
hangi gözle?


Kendilerinin olan tek sözcük yok dillerinde, öyle çok ko-
nuşuyorlar ki...Bir söz insanın neresinden doğar dersiniz?
Dilinden mi, yüreğinden mi, aklından mı? Düşlerinden
mi yoksa gerçeğinden mi? Ve kaç kapıdan geçip yerini
bulur bir başka insanda? Yerini bulur mu gerçekten? Sözü
yasaklamalı Ömür hanım yasaklamalı...Kimsenin kimseyi
anlamadığı bir dünyada söz boşluğu dövmekten başka ne
işe yarıyor ki? Olanağı olsa da insanların yürekleri ko-
nuşabilseydi dilleri yerine, her şey daha yalansız, daha içten
olurdu. Aklı silmeli diyorum insan ilişkilerinden. Yanılıyor
muyum? Olsun. Yanıldığımı biliyorum ya...



Yeni bir şeyler söyle bana ne olur, yeni bir şeyler. Kurşun
aktı kulaklarıma hep aynı sözleri, aynı sesleri duymaktan.
Belirsizlik güzeldir, de örneğin, kesinlik çirkin. Sessizlik
sesten -hele de güncel ve kof- her zaman iyidir; düş gücü,
iç zenginliği verir insana. Dünyanın usul usul ağaran o
puslu sabahları ve günün turuncu tülleriyle örtünen dingin
akşamları bu yüzden etkiler bizi, duygulandırır, de. Anlık
izlenimler sürekli görünümlerden her zaman daha güçlü,
kalıcı ömürlüdür...Alışkanlıklar öldürür güzelliğimizi,
bizi değişmek çirkinleştirir de.


Kimse düşlerine yetişemez ve kimse geçemez gerçeğini bir
adım bile; bu yüzden sıkıntı verir zaman, kısa kalır, sonsuz
olur, insanın küçücük ömrünün karşısında. İstemenin kuralı
yoktur, de, açıklaması sınırı suçu yoktur; istemek ya-
şamın kendiliğinden sonucudur, ne haklı ne haksız,
ne yerinde ne yersiz...

Biz hepimiz dikenli tellerle sarılıyız, her ilişkide bir par-
çamız kalır ve bölüne bölüne biteriz de. En büyük hü-
nerimiz kendimize karşı olmak, aykırı yaşamaktır, acı
kaynaklarımızı ellerimizle yaratarak...Kıyılarımız duy-
gularımızın boyunda, derinliğimiz aklımızın ölçüsündedir;
ufuklarımızsa sisler içinde...O kıyısız gökyüzü nasıl sığar
küçücük gözlerimize, bir bardak suya, demirli bir pen-
cereye...Nasıl gizleriz ağız dil vermez bir geceye? Ve nedir
ki gizi, daraldığımız her yerde bir genişlik duygusu verir
içimize. Çözemeyiz, de, bu güdük bilinç, bu sığ yürek,
bu ezbere yaşamla.


Dünya bir testidir, de, Ömür hanım, ömür bir su...Sızar
iğneucu gözeneklerinden zamanın, bir içim serinlik bir
yudum mutluluk için. Ve bir gün ölümün balkonundan...
dökülür toprağa el içi kadar bir su. Yerde birkaç damla
nem, bir avuç ıslaklık...Ölümü bilerek nasıl yaşar insan,
geride dünyanın kalacağını bilerek nasıl ölür; bilmek bütün
acıların anasıdır, de...


Sars aklımın cılız ayaklarını, kuşat beni. Değişik şeyler
söyle ne olur, yeni bir şeyler söyle. Yıldım ömrümün ka-
lıplarından. Beni duy ve anla.

Yağmur dindi Ömür hanım. Gökyüzü masmavi gülümsedi
yine. Doğa aynı oyununu oynuyor bizimle. Umudun
ucunu gösteriyor usulca, iyimserliğin ışığını süzüyor mavi
atlasından. Ne aldanış! Bulutların rengi mavi-beyaz mıdır,
kurşuni-külrengi mi yoksa?


Gökyüzünü öpmek isterdim Ömür hanım, gözlerimle değil
dudaklarımla. Yoruldum bulutları kirpiklerimde taşı-
maktan. Delilik mi dedin? Kim bilir...Belki de yerde sü-
rünmenin bir tepkisidir bu, ya da ne bileyim bilinçsiz bir
aykırı olmak duygusu. Gökyüzü de olmak isteyebilirdim
değil mi? Kim ne diyebilir ki?


Kimseler görmedi Ömür hanım, bu dünyadan ben geçtim.
İçimde umudun kırk kilitli sandıkları, elimde bir avuç düş
ölüsü yüreğim -içinde senin ve benim ağırlığım- benim
olmayan bir garip gülümsemeyle yüzümde, incelik adına,
ben geçtim...Yerini bulmamış bir içtenlik, yanılmış bir
saygı ve bir hüzün eğrisi olarak ilişkilerin gergefinde,
ördüm ömrümün dokusunu ilmek ilmek. Beni cam kı-
rıklarıyla anımsasın insanlar, savrulan bir yaprak hüznü
ve dağınıklığı ile... Yükümü yanlış bedestanlara çözdüm.

Ezilmiş bir gül hüznü var yüreğimde. Saatlerce dayak
yemiş bir sanığın çözülmesi içindeyim. Ürperiyorum. Bir
at kestanesi durmadan yaprak döküyor yalnızlığın so-
kaklarında, örtüyor ömrümün ilk yazını. İçimde bir çocuk,
yalın ayak koşuyor yaşlılığa doğru, binlerce kez yenilmiş
umut ölülerini çiğneyerek. Sahi yaşlılık, derin bir iç çekiş,
yanılmış bir çocukluk olmasın Ömür hanım?



Ankara, Güz/1983 – Şükrü Erbaş

Aralık 12, 2010

Olur tabi.

İki kızım olacak benim,,

..Bihter devamını yazmam gerektiğini hissettirdi bana. Onun cümlesiyle başlayarak: "Minik minik elleri de olacak."

İki yandan örgü pelik saçları olacak, bir çözüp bir açacak örüklerini upuzun saçlarının. Sıska ve cılız kollarıyla sarılacak hayatın boynuna sıkıca. Pembeden dudakları, sanki uzaktan koşarak gemiş gibi kırmızı elma şekeri yanakları olacak.

Hikayeleri olacak daha doğmadan, annelerinden yadigar.. Bilecekleri doğdukları toprakları, barış ezgileri dinleyecek, söyleyecekler.. Meydanlarda haykıracak, yeri geldiğinde bir aşk filminde ağlayacaklar.. Dayanışmayı bilecekler, sokakta oynayacak, mahalle mahalle yol tutacaklar.

'Rengarenk' kalemlerle 'bir' kağıda dokunacaklar..

Büyüyecekler, ama hep benim saçları örgülü, minik elli, cesur ve güzel kızlarım olarak kalacaklar.
*Doğmamış kızlarıma henüz gönderilmemiş mektuplar - 1
02.12.2010


(Fotoğraflar: Edge of Arabia Istanbul Transition Sergisi ve İstanbul Çocuk ve Gençlik Sanat Bienali'nden)

Aralık 09, 2010

..rastgele

"Ayrılacaktık herbirimiz
Bir yolağzında.
Ama önce kim
Kim korkacaktı
Yoldan
Geceden
Ve yaşlı atlıdan.
Sıramız yoktu.
Bu yüzden ürperiyorduk her ayrımda.

Ben kalmıştım sona
Önümde uzanan dar yolla
Acılarından güç alan
Bir yolcuyum artık hayatta."

(Bejan Matur, Rüzgar Dolu Konaklar, syf.24)
04.12.2010 @ Ara Cafe, Beyoğlu

Aralık 01, 2010

Pes.

"Sevişmek bir sarmaşığın kalbiyle düşünmektir."

Bejan Matur

Kasım 19, 2010

Şükür

Yeni Bir Çağ

Aslı'ya

Bazen hiçbir şeye gerek yoktur
Gözlerinde taşıdığı kubbenin hüznü
yeter de artar konuşmamaya
Sözler erir, gözlerden akar
Tepelerden vadilere ulaşır
Sözlerin bittiği yerde
Yeni bir çağ başlar

Girmek için fethe gerek olmayan
Fethi ile çağ kapatmış şehirde
Yeni bir çağ gerek bize
Yeni bir çağ gerek bundan özgür

Not: Son iki satır, Tuna Kiremitçi'nin yazdığı ve seslendirdiği Kumdan Kaleler adlı grubun Sana Dair adlı şarkısında geçen "ve bir çağ gerek bize ve bir çağ bundan özgür" cümlesinden evrilmiştir.

******

Samet yazmış bana..

Kasım 17, 2010

Biri lise mi dedi?!

Duman adamları hiç duydunuz mu bilmiyorum; duymadıysanız da yolunu anlatmayacağım, zira kolay :) Ya da bir gün çok değerli biri size hediye edecektir kitabı.. İşte bir de tiyo.. Bol vaktinizi umarsızca harcayabilen siz, bir de duman adamları bulmak için harcayın zamanınızı; ne çıkar?!

Neyse, diyeceğim o ki;

Biz yenilmemişiz duman adamlara, onca zaman dediğimiz 5 yıl geçse de biraraya geldiğimizde sanki dersten çıkmış da kantinde ya da serviste sohbete devam eder gibiydik.. Aynı heyecan, aynı keyfle.. Tabiki içerik epeyce değişmiş :)


Bugün lisede kalmayan dostluklarımız duman adamların ağzından bir bir aldı sigaraları..

15.11.2010


Kasım 10, 2010

İsmimi bana geri verin!

Hayatın ne denli ölmek için kurgulanmış bir düzenek olduğuna kanaat getirdim dün gece..

Ölümle başlayan bir hadise içinde yerimi çoktan almıştım ben de! Hadisenin içinde bakınca görmediğim ama hissikalbenvuku halinde nükseden ve bende tutum değişikliği haline gelmiş davranışlara gark olmuştum.. Olmaya olmuştum, ancak zaman zaman adımı unuttuğumu hayal ediyorum, isimsiz siyahlar içinde bir surete dönüştüğümü düşlüyorum.. Ardından irkilircesine vazgeçtiğim hayal oluyordu sonra;.. vazgeçilen hayaller.. İsmime tapınacak kadar narsist olmamla alakalı olmadığını biliyorum; Nur Abla da olsa şimdi kaşlarını kaldırıp o flörtöz gülüşünü takınırdı. Adım başka birşey olsaydı yine tapar mıydım? - Sanırım bundan daha az olmazdı..

16.09.2010

Eylül 20, 2010

Kurulu Kuruntu

Yaşamam lazım benim Nur Abla!

Yaşamadığım şeyler üzerine kurduğum kuruntuların beni hasta etmesine izin veremem.

Sen olsan bu kuruntuları yok etmeden yaşayamayacağımı söylerdin. Bir kez daha katılmıyorum sana, iki yılın sonunda yorgun bir savaşçı olarak terkedeceksem de Ankara'yı, katılmıyorum.

Ayrıca, psikanaliz harika ama çok pahalı bir tedavi :(

Ağustos 21, 2010

Kırpık Dudak

Oruçluyken özlediğim yegane şey dudaklarımı cayır cayır yemek oluyor.

Ağustos 18, 2010

Sahur - 8

Bugün ilk kez helak olduğumu hissetsem de, iftarda aç olmama rağmen yemek yiyecek gücü bulamayıp ağlasam da yeni bir sahura "Merhaba!" :)

Ananem birazdan uyanacak, ben sofrayı hazırlayayım..

Sanırım beynim eski, dandik renkli limon sıkacaklarında sıkılmış halde.

Ağustos 17, 2010

Xuşkamın dedim;..


..sister der güleriz dedim. Başka oldu.. Bir avazda!

Sahur - 7

Ananem yoruldu.. Olmadı bu kez bir başıma.. Erken yedim, yatıyorum.

İsmini de değiştirmiyorum dizinin...

Ama ananemsiz, ı.hh..

Ağustos 16, 2010

Sahur - 6

Bugün karpuz yemeyi deniyoruz, bakalım gündüz iyi bir fikir olup olmadığını anlayacağız.

Hercümerç olmayı seviyorum, acılarıyla barışık gözüken bir insan modeli olmaktan sıkıldım. Sevmiyorum yüzümdeki hüznü, siktir.

* Daha yaratıcı olup bu sahur dizisine yeni başlık bulmalıyım.

Ağustos 15, 2010

..hatırlayalım!


"aşk da iki kişilik örgütlü mücadele değil midir böylesi hüzünlerde"

Sahur - 5

Bugün blogu kapattım, ne zaman açacağım sorusunu henüz düşünmedim bile. Yazarken bile düşünmedim.

Güzel bir gündü, Demokrasi Laboratuarı'nda ve sonrasında ayrımcılığı konuşurken umudumun olduğunu gördüm yine..

Meymenetsiz Cüce ve Karaktersiz Cüce'nin karşılaşması ise gerginliğin resmiydi.

Sener'in desteğini yeniden hissetmek güzel-di.

Uykum yok.

Ağustos 14, 2010

Sahur - 4

Sakiniz vesselam..

Gülüyorum bir surat büyüklüğünde ve bir ağız dolusu. Eski çamların bardak olduğu bu zamanlarda içimde son kalan iyi şey seni görünce kızdığı kadar özlediğini de itiraf ediyor. Hem de lanet olası çok sevdiğim ve senin hediyen olan o çantayla yakalanmama rağmen..

Neyse ki; Ezginin Günlüğünü dinlerken bu gece canlı kanlı, birlikte dinleyelim dediklerini de hatırlıyorum. Ama kusura bakma bütün geceyi sana ithaf etmedim, sadece bir şarkı..

Bir de, ben perşembeyi özledim.. Zira mirim söylese biz keyfetsek.. Evet evet, Cümbüş Cemaat..

Huzura kapıldım ya,, bahtım kara benim kör talihim Ankara çanlarını çalmaya başladı, hissettim bu gece..

Velhasıl kelam, yeni bir sahurda bu kez uykum olmadan; yarın gençlerle demokrasiden konuşmak için uyuyacağım şimdi.. Keşke önceden belli olsaydı da, günümü BOYKOT'un basın açıklamasına ayırsaydım.. Güzel yüzüne baksaydım..

Uyu-m.

Ağustos 13, 2010

Sahur - 3

Epey saattir uyumuyorum ve epey saattir de yemek yemiyorum. Sohbete dalıp iftarda yemek yememekse benim becerebileceğim cinsten birşey olsa gerek; üzerine:

Araf'ta Cümbüş Cemaat..

Harikaydı,, muazzam.. Tek damla akol almadan ve tabuları yıkıp tek başına gece dışarı çıkmayı ilk deneme adına en keyifli gecelerden, en hoş sahnelerden biriydi.. Acaba tamamını ayık kafayla izlediğim için mi bu kadar haz aldım..

Ha ama itiraf edeyim, balkonda büyük adamı özlemedim değil, sonrasında koluna dolanmayı da özlemedim değil.. Biraz üzülüp içerledim bile, keşke gelmiş olsaydı. Ama o gelmese de gidecektim, bundan eminim..

Gelelim sahura, ananemi bekledim yalnı kalmasın diye yoksa atıştırdım öte beri.. Şimdi birlikte de bir posta ufak tefek yiyeceğiz. Kafam uykusuzluktan düşüyor, sonrasına yazamam diye bu sahur yazısı yemekten önce olsun..

Bugün yaptıklarımı yazacaktım değil mi? Tüm gün dışarıda olmama rağmen yine erteledim, yine.. Yarına kesin ama..

Öyle,, aç, uykusuz ama bir o kadar da Cümbüş keyfinde Ehmedo özlemindeyim ..

Ağustos 12, 2010

Sahur - 2

Bugün davulcuyu duymadım, uykusuz da olmadığımı düşünürsek demekki bir günde bağışıklı kazandım ramazan ayına.. Zira usulünü, makamını bilmeden çalınan her davulda nası sinirleniyorum, ben yıllardır bu kadar çok istiyorken bilmeyen bir densize davul veriyorlar gelişine vuruyor diye.. Çalmak ne hacet..

Her neyse..

Ananeme döktüğüm diller faide etmedi, hasta olmadığını ve koskoca kadın olduğunu öne sürerek bugün de tutacak oruç..

Dünkü planlar yalan oldu; sergi, fotoğraf, ziyaret.. Peheeyy.. Orucu uykuya tuturdum, kendime de darıldım.. O yüzden bugün uzun ve dolu olacak, ama bu kez yazmayacağım.. Olsun hele "Sahur - 3"te anlatırım :)

Şimdi su içmem gerek..

Ağustos 11, 2010

Sahur - 1

İlk sahur dün geceden ağlayarak uyuyan gözlerimin şişliğiyle başladı, ananeme ilaç içtiği için tutmamasına yalvarmamla devam etti, sıcak çayın terler için de bırakmasıyla bizleri hızlandı ve davulcunun çılgınlar gibi çalan davuluna hayretle son buluyor..

Ananemle sahur güzel, sakin, huzurlu.. Ezanı dinliyoruz televizyondan da olsa:)

Hafiften büzüşen midelere henüz bir önerim yok ama deneyeceğiz; ilk gün için 3 sergi, bir fotoğraf turu, bir de Fener Rum Patrikhanesi ziyareti var.. Sonrasında evimde ilk iftar ve belki camii..

Öyle,, dinlence..

Ağustos 10, 2010

El Kadar..

Ben seninle birgün,

Bir minibüsçüler lokantasında,

Bir yılbaşı gecesi,

Esnaf Lokantası kokusunda,

Kara lahana çorbası içmeyi..

Bitti. (nokta)

Ağustos 04, 2010

Geçip giden veyahut şimdi gelen..

Şimdi şunu yapalım: Sakince 'o'ndan geriye doğru sayalım.. 10-9-8..

Ne taraftan bakarsan bak ya da neresinden tutarsan tut değişmeyecek bir tekerlemeyle ilerlemeye devam etmenin aymaz eminliği..

Müzik sesi geliyor; sanırım 'Kum Gibi' çalıyor ve inatla Diyarbakır'ın üzerinde martılar bu kez gülüşüyor..

Taşın sesi olur mu hiç?! Evet oluyormuş, çağırıyormuş durmadan.. Nasıl bir sıcak ki yaksa da tenini tutasın geliyor..

Özgürlük.. İşte bu diyorsun.. Özgürüm diye haykırıyorsun.. Bir yan uyanıp giden Mezapotamya bir yan doruklarken, 'Nefes alıyorum,, nihayet!!' diyorsun.. Haykırmaya gerek kalmıyor, mücadele orada son buluyor.. Savaşmadığını anladığın an kalkıyor siperler, kimse birbirine asker selamı vermiyor ve kimse bir insana aşık olmuyor..

Dinginlik böyle birşey olsa gerek.. Hayallerim nereye gitti derken, o dinginlik hayalleri de geri getiriyor.. Durmadan, susmadan, bıkmadan.. Kelimeler birbiri ardına geliyor..

Sarhoş kim? Taşa sevdalanan.. Toprağa, kuma bulanan.. Korkmadan en uzağa bakabilen.. Selam vermekten bile ümidi kesmişken her adımda biriyle tanışan..

Güven.. Kime, nasıl ama? Gitsek mi acaba? 'Xuşka'.. 2 çift göz.. 2 çift güzel kadın gözü.. Sevgi gözü, güven gözü..

Birlikte yaşamak.. Öğrenmişiz,, kim olduğumuzu ne olduğumuzu bir kenara bırakıp nargileyi, şarabı, rakıyı, iki kelamı, taşı, suyu paylaştık..

Bitmemiş,, hayat durmamış.. Şimdi sadece kirlenmesin istiyorum.. Biraz gözlerim kapalı, dünyevi planları bir kenara bırakmak istiyorum; çünkü benim hayallerim varken annemin gözlerinin daha da çok parladığını görüyorum..

Biliyorum ki, hayal yine masal olacak, yazılacak.. 2 yıla taşın şehrinde yaşayacağız biz: Ben, Stasia Xuşka, Alyoşa Xuşka..

Temmuz 14, 2010

Makas3

Saçlarımı (kakül minvalinde olanları) keseli 2 ay bile olmamış, bu kadar benimseyeceğimi düşünmemiştim; ama yeniden kesme hissi içinde olmam neye dalalet?!

Çok mu birikti; makas senin elindeyse ve kestiğin de senin saçların ise nasıl atıyor tüm irini pisliği..

Temmuz 11, 2010

Toplum Cinsiyet derken;


Tabu'da toplumsal cinsiyet rollerine dair!
Yuh demek istiyorum!

Kadın dersen tabu olur!

Benim için;

..hep büyük bir yalandı.


13.06.2010 || Babalar Günü

Genç, yarın 3'te?! :)

Güveneceğin, oturup iki çift muhabbetin belini kıracağın, eski günleri anacağın, bugünden konuşacağın, güleceğin, kızacağın dostların olması güzel şey..

4 yıl olmuş saydık da, kaç yaz birlikteydik, kaç yere gittik, Beyoğlu'nun kaç kez arşınladık..

Bugün de Melih'le keyfettik.. Önce Kumbara'da, sonra Nevizade'de ve ardından Thales'te sıcak şarap..

Yağmur altında koşar adım..

İyiki hiç bırakmamışız birbirimizi..

09.07.2010

Uyan!

İnanamıyorum!

Yıllardır (yaşım kadar) Istanbul'da yaşarım, yıllardır Istiklal'de yürürüm biteviye.. Dükkanlardan yükselen müzik sesleri, ara ara ruhunuzu dinlendiren sokak müzisyenleri, çikolatacı, Galatasaray'ın önündeki eylemciler,... ve bir de Hazzo Pulo'nun önünde yatan şişko köpek; orada yaşayan; birgüne birgün uyanık görmediğim, sakin, yaşadığı yerden memnun, etliye sütlüye karışmayan, sevilen ve sahiplenilmiş de bir köpek..

Bugün yürürken yine (sanırım günün 3. turuydu) belediyenin tam da gündüz saatinde Istiklal'e saldığı o salak çöp arabalarından biri de benimle ilerliyordu. Hazzo'nun önüne geldik ve bizim yerleşik köpek sanki damarına basılmışçasına fırladı yerinden, o cüsseyle hızlandı, çöp arabasına kafa tuttu. Bense ağzım açık izliyordum, demekki bu köpek de yerinden kalkıyormuş diye..

Yürümeye devam ettim, Koska'nın oradan vazgeçip döndüm ve Ara Cafe'ye girdim, yine yan masamda Ara Güler(bu detayı geçemeyeceğim, sektirmeden yanyana masalarda oturuyorum kaçıncı defa olduğunu unuttum; ayrı bir ruh hali katıyor duvarlarda onun çektiği fotoğraflarını görüp yan masanda ağırlamak). Sakinledim, limonatamı yudumlamaya başladım, elimdeki kitabın sayfalarını çevirirken birkaç sözcüğü seçti gözlerim..

Beyaz yakalılar, krizde işinden olanlar, 1 Mayıs'ta bayram yerine kanla dans edenler, çocuğunu okutamayanlar, Kürtler, Ermeniler, yoksullar, orta direk (onlar hala yaşıyor mu yahu? - en azından bir tane var bildiğim!)... Birgün kafası karışık Türkiye insanı da o köpek gibi rahatının kaçtığını görecek ve umarsızca patlayacaktı içindeki öfke; o gün çöp arabası görmezden gelip devam edemeyecek yoluna.. O gün ülke parayı reddedecek; o gün ülke birlikte yaşamaya karar verecek; o gün Istiklal bugünlerde üreyen, şiddet yanlısı faşist eylemcilere ev sahipliği yapmayacak.

07.07.2010

Temmuz 06, 2010

Füsun Akatlı

Yari gibi temmuz aldı onu da aramızdan. Daha 4 gün önce andığı sevgilisinin yanında şimdi.

Hep kıskanmıştım onu; Bilge Karasu'nun çantalar dolusu yazısını emanet ettiği kadın kim olabilirdi diye; "Ne kadar büyük derinlikler vardı kimbilir içinde" derdim çocukluğumun son yaşlarında.

Elime aldığım her kitabında masalüstü gerçek dünya tümcelerinin seyrine daldım.

Yekta Kopan'ın dediği gibi; Füsun Akatlı’ya veda etmek zor. En iyisi bu yazıya nokta koymayıp bir virgülle yarım bırakmak,

Haziran 24, 2010

Reyhanlı?!

Bu gidiş son gidiş..

Kanıtlamak için ölmek gerekmiş..

Lou Salome'ler ölmez!

Ama artık kimsenin narsizmini okşayamam..

Yürü..

"Yürümek; yürümeyenleri arkasında boş sokaklar gibi bırakarak, havaları boydan boya yarıp ikiye, karanlığın gözüne bakarak yürümek... Yürümek; dost omuzbaşlarını omuzlarının yanında duyup, kelleni orta yere, yüreğini yumruklarının içine koyup yürümek... Yürümek; yolunda pusuya yattıklarını, arkadan çelme attıklarını bilerek yürümek... Yürümek; yürekten gülerekten yürümek..."

Nazım Hikmet

Sakallı evet..

İş yakışıklılıkta bitseydi, benim babam da yakışıklıydı.

Sanırım başka bir algı bu, giydiğim bir pantalon için karşıma geçip saatlerce gülemeyecek insanlar şimdi nasıl böyle açıkta göt görmüş gibi gülüyorlar şaşırtıcı..

Haziran 14, 2010

Pelüklerim Çözüldü

Artık ıslık çalabiliyorum,

En nefret ettiğim şeyi; sakince, korktuğumda, bakmaktan kaçtığım fotoğraflara bakarak yapıyorum..

Fütursuzca ıslık çalıyorum; bazen korktuğumda bazense sessizliğime ses olmak için..

Ve artık;

Mutluyum ıslık çalmaktan, kaçmıyorum; pişmanlığım üzerine bir nefes ıslık çaldım, sonra seyrine daldım.

Bitirdim, bitti.

Çalıyor: Bir varmışım..

Son Söz;

*Omayra..

Haziran 12, 2010

Bırakın "Işık"la Yaşayalım!


ÇATLAK ve IŞIK

Çatlak birbirinden kopmak ile iç içe geçmek arasındaki bir durumdur. Leonard Cohen’in “Anthem” (Marş) isimli şarkısında söylediği gibi “her şeyin üzerinde bir çatlak vardır” ve zaten “ışık da oradan içeri girer.” Ahşap bir malzemenin çatlaması aslında parçaların hala birlikte yaşamakta olduğunun da bir göstergesi. Zaten o nedenle de ahşap sıcak bir malzemedir. İnsan ona dokunur dokunmaz plastik taklitlerinden farkını anlar. Ahşaptaki çatlağı tamamen birleştirip izini yok etmek pek mümkün değil. Bunu yapmaya çalışır, malzemeyi sıkıştırır, tutkallarsanız olsa olsa onun epeyce canını acıtırsınız. Tıpkı ulus-devletlerin topraklarında yaşayan insanları aynılaştırmaya çalışırken, çatlakları yok edip, onları ışıksız bırakmaları gibi.

Farklılık insanlara yaşam enerjisi ve canlılık verir. Ancak birbirine sırtını dönmüş, ilgisiz, duyarsız farklı insan grupları iletişime geçit vermedikleri oranda cansızlığı temsil ederler. Hem farklıkları muhafaza edip hem de birlikte yaşamaya odaklanmak, yani çatlakları yok etmeden bir arada tutabilmek hiç de kolay değil. Geleneksel Japon marangozluğunda ahşap çatladığında, parçalar birbirinden kopmasın diye araya İngilizce ifadesiyle “butterfly joint” ya da Türkçe’deki bildiğim kadarıyla “kırlangıç kuyruğu ya da kelebek geçme” denen bir ek parça gömülerek konur. Bu parça, çatlağı yok etmeden ahşabın parçalarını bir arada tutar. Hem ışığa geçit verir, hem bir arada tuttuğu parçalar arasında iletişim sağlar. Üstelik de farklı parçaları iç içe geçmeye, aynılaşmaya zorlamaz. Böylece ölüme geçit vermez; yaşamı muhafaza eder.

Hrant’ın yaşamı boyunca yaptığı şey de buydu aslında. Farklılıklara saygı duydu, iletişimi ve bir arada yaşamayı önemsedi. Bütün bunları yaparken doğanın ritmine teslim olan bir yaşamı mümkün kılıyordu aslında. Bu ritme müdahale eden nice siyasal dönüştürme projesinin “ya kop ya da aynı ol” şeklinde özetlenebilecek yaklaşımına direniyordu. Farklı ve beraber olabilmemiz için. Tıpkı bir “kelebek geçme” gibi. Bugün onu katledenlere inat, hepimiz çatlakların arasında konuşlandık. Olmaya da devam edeceğiz. Hrant o çatlakların arasından bir ışık gibi süzülebilsin diye.
Cohen’in dizeleri ve müziği bu süreçte bize eşlik ediyor sanki:

I can't run no more
With that lawless crowd
While the killers in high places
Say their prayers out loud.
But they've summoned, they've summoned up
A thundercloud
And they're going to hear from me.

Yüksek mevkilerdeki katiller
Yüksek sesle dua ederken
O hukuksuz kalabalıkla birlikte koşamam artık.
Ama çağrı çıkardılar bir fırtına bulutuna
Ve benden duyacakları var

Hiç ödül heykeli yapmışlığım yoktu. Uluslararası Hrant Dink ödülünü yapma önerisi gelmeseydi yapacağım da yoktu. Bu sürecin içinde yer almak onurlandırıcıydı. Üretim sürecinde içten destek ve katkıları için meslektaşım Tan Mavitan’a müteşekkirim.

Erdağ Aksel
İstanbul, 3 Mart 2010

http://www.hrantdinkodulu.org/

Haziran 10, 2010

Sütlü-aş

Kendimi;
..bir kase fırın sütlaç gibi hissediyorum!

Pirincin her güne bilindik kimliğinden sıyrılıp şekere yenik düşmesi, yanık yüzeyinin karşı konulmaz cazibesi, poposunu topraktan kasenin güven dolu kollarına bırakması ve pes etmişçesine kendini bırakan akışkan muhallebisi ile... B-öyle!

Karışık


"Bütün kadınların kafası karışıktır. Çünkü.. Bir gün bir anda bazı kırgınlıklarını unuttuğunun farkına varacaksın. Artık pek düşünmediğini, çünkü artık bildiğini anlayıp, ellerini bir klarnet taksimi gibi uzatacaksın, hala kafan karışık olacak, ama artık bunu seveceksin, sevmelisin de. Çünkü... Kadınsın... Bir çiçeğin yanından geçer gibi yaşamalıyız aslında."

E.Temelkuran

Bir sabaha Aylin'in mesajıyla başlamak..


*Fotoğraf Miray Nasırlı tarafından çekilmiştir.

"Kocaman bir uçurtman olsun, ucunda rengarenk püskülleri kuyruğu olan; bir elinde de sevdiğinin eli..Uçuşsun saçların, uçuşsun uçurtma..Kocaman gül kocaman.."

Aylin

Mayıs 28, 2010

Kocaman Yeşil Karpuz

Sokak kapısının eşiğine oturup bir avuç karpuz çekirdeği çitlerken kırmızı etek giymiş bir teyze yanaştı yanıma kocaman meraklı yeşil gözlerle; soracak sandım yalvarır gibi diktim ben de onunkiler kadar kocaman olmayan yeşil gözlerimi, avucumu uzattım belki bir karpuz çekirdeğine kandırırım onu diye; bir an tereddüt etti karpuz çekirdeği mi yoksa soru mu der gibi bakınırken etrafına; susup gitti -zaten hiç konuşmamıştı- ne karpuz çekirdeğime ortak oldu ne de benim bile bilmediğim cevabın sorusunu sordu.

Mayıs 26, 2010

Atlı Karınca Misali Hayat

Bubamara'yı dinlememiş ne zamandır, gelecek zaman aktivitesi kendini geçmiş zamanda kaybediyor.

"Dön dön atlı karınca! Niye bizim aldığımız jetonun süresi bu kadar kısa be büyükbaba? Neyse, biz de kokoreç yemeğe gideriz."

djindji-rjind uğurböceği..

SaySay

'Bugünün tam olarak hangi gün olduğunu hatırlamıyorum' derken ajandaya baktım; meğer dünü de bilmiyor, hatırlamıyormuşum. Yaklaşık 10 gün öncesinden saya saya geldim bugüne, baktım ki saat 12'yi geçmiş. 'Kahrolası zaman!' dedim; gitarım olsa -tabi bir de çalabilsem- çıkarıp 'Tutamıyorum Zamanı'yı çalıp kendimle dalga geçecektim.

Aslında tek istediğim Ankara'nın günleriyle Istanbul'un günleri benzer mi diye bakmaktı, bakamadan pes ettim elbet; şimdiye kadar denediğim milyon kerede olduğu gibi. Eve gitmek istemekten çok başka bir şey bu, nefes almak isteği gibi.

Oha, tabi ya; artan bunca maket malzemesini ne yapayım diyordum. Kartonlardan bir ev, çıtalardansa uçurtma yaparım. Guajlarımla eskimiş dünyaya yeni bir kılıf uydururum. Pastellerle ona bir bayrak yaparım, tek olur. İsteyen penceresine asar, isteyen balona basar, dileyen don niyetine giyer. Ben yapayım da sahiplenmek kısmına karışmayayım.

Kalemlerim var, bir kırtasiyeyi dolduracak kadar. Yok lan, müze; hepsi başka, yedekleri var biter ya da bozulurlar diye.

Neyse, diyeceğim o ki; saymakla geçmiyor, en azından hazırlık yapayım. Yakın ya da uzak..

Mayıs 20, 2010

tteessaaddüüff

Düşündüm de;

Keşke adımdaki bir harf tekrar ediyor olsaydı, o zaman birini sana verebilirdim.

Cemal Süreya'nın ölüm yıldönümünde mi doğmuştum ben?

Mayıs 09, 2010

Sokak Güzeldir!

Klasik bir cumartesi panaromasından farklı olacağını sezmiştim aslında. Kaynağını kısmen kestirebildiğim bir bel tutulması, sabah miskinliği, bilgisayar başı halleri sanki günün devamı gelmeyecekmiş hissi yaratsa da; başbakanın manasız ve önceden hazırlıklı kitlesinin önünde yaptığı konuşmayla celallenmeye başladım. Önceden nerede alkışlayacakları öğretilmişti belli ki. Ve konuşmasının sonunda tüm ülke vatandaşları adına teşekkür ediyor vakıflar genel müdürüne ve ilgili bakanına. Benim için etmemesini diledim, kızarak. İçine sıçılan ve sıçılması için hala çaba sarfedilen bir Istanbul vardı ve göz boyamak için yapılan üç-beş restorasyonu anlatıyordu (TIKlayalım). Ve sonrasında utanmadan 3.köprü katliamıyla gurur duyuyor, adını da Istanbullu'lara soracağı için böbürleniyordu (TIK). Güler Zere'nin gidişi ise aklımdaydı hala.

Bir anda telefonu elimde buldum, önce annemle konuştum; ardından anlaştığımız gibi Fulya'yla çıkmaya karar verdik. Ama sabahlamaktan vazgeçmiştik.

******

Ve.. 19:05 / Akşama bloga yazılmak üzere Istiklal'de yürürken telefonun taslaklar kısmına kaydedilenler

Koptu Kervan'ı uzun bir aradan sonra canlı dinlemek, en son onunla alkış tutup video kaydı yaptığımız şopar çocukları duymak, pandomimciyi göz ucuyla bakmak, operacı bir kadını sokakta görmek, her adım başı çanal/söyleyen grupların seslerinin karışması özlenen bir yazı hatırlattı bana. Sokak her zamanki gibi güzeldi ve her grubun etrafında bir sürü insan vardı, merakla izleyen.

Birazdan Fulya'yla buluşacak, ne zamandır görmeyi istediğim oyunu (TIK) izlemek için tiyatroya gidecek olmak, garipsediğim bir fularla Beyoğlu'na çıkmanın şaşkınlığı, onu ve sevgilisini görürüm korkusuyla koşar adım yürüdüğümü farketmek ama neredeyse en güzel kafe ve sokaklarda anılarımız olduğu için oralara gitmeyeceklerini varsaymak, Ece Temelkuran'ın bir başka kitabı için (çünkü Ağrı'nın Derinliği bitmek üzere) Mephisto'ya doğru ilerlemek, merdivenlerinde onu anmak ve yaklaşan doğumgününü şimdiden kutlamak,,.. her ne kadar bunların birer rutin olduğunu söylese de Nur (terapistimdi, söylemiştim), ben mutluyum bu rutinlerle..

Ona şort ve mont aldığımız Beyoğlu İş Merkezi'nden kimle yapıyor artık alışverişini ki?! (Arada bir sus ve iç sesim!)

Derken, Galatasaray Meydanı'nında bir eyleme şahit oldum. Eğitim Hakkı İnisiyatifi, üniversitelerde düşünce ve ifade özgürlüğünün engellenmesine, eğitim hakkının gaspına karşı her cumartesi 18:00'de Galatasaray Meydanı'ndaymışlar. Sokak gerçekten güzel bugün.. Sesi var sokağın her dilde, her dertte..

Bir yanım Kumbara Cafe'ye mi gitsem diyor, azıcık oturup soluklansam.. Fulya'yla gitmek üzere erteliyorum tiyatro sonrasına.

Mephisto'ya yaklaşmışken tam; beynimin uyuştuğunu hissediyorum sadece ve hemen karşıdaki Art Nouveau binaya doğru bakakalıyorum. Daha geçen hafta V. İşçi Filmleri Festivali (TIK) açılışında sloganlar attığım, Emek için alkış tuttuğum, bir gün öncesinde de Min Dıt'i (TIK) izlediğim Yeni Rüya Sineması kepenklerini kapatmıştı. AKP'nin politikalarına, yalanlarına bir defa daha küfrettim, bir caddeyi bu denli mahvetmek için çaba harcamasına anlam veremiyorum. Yüz yıl sonraki mimarlık tarihi kitaplarını okuyan insanlar neler diyecekler onun için, kestirmekte zorlanmıyorum artık. Bir caddenin dokusunu, kokusunu, anısını yok etmek sadece vahşet kelimesiyle denk düşüyor.

Bunları düşünürken gözüm dükkanlara takılıyor, hepsine sanki tek bir elden çıkmış pankartlar örtü oluyor. "Tahliye Nedeniyle Zararına Satışlar","Bitiriyoruz", "Etiketin Yarısı". Bu kez uyuşma beynim dışında tüm vücuduma yayılıyor. Bir anda hamle yapıyorum değişik şeyler satan çorapçıya ve alışveriş yapan herkes leş kargalarına dönüşüyor. Uzaklaşıyorum.

Emek Sineması'nın önünde buldum kendimi, kirlenmiş cam kapıları, 'Ben buradayım hala!' diyen tabelaları. Geri dönüyorum dükkanların önüne, öfkeliyim bu kez. Ece Temelkuran'ın cümleleri geliyor aklıma "Çünkü biliyorum, aslında ağlamamak için öfkelenir insanlar. Öfke, acıyı dik durarak yaşamanın yoludur."

Pasaja dalıyorum, çünkü uzaktan Mustafa Kemal'in sözünü görüyorum, "Sinemaya layık olduğu ehemmiyeti vermeliyiz." esasında garipsiyorum ehemmiyet verin yerine verelim demesini. Ve anlaşılan o ki, bugünü "iyi" yapmak için Atatürk sözleri yetmiyor artık. Hem söz de salonlara bir gönderme de yok sanırım, tüh. (Neyse, bu kısımda ifade özgürlüğümü bir miktar kısıtlıyorum, bu başka bir yazının konusu olsun istiyorum; Mustafa Kemal ve Bugün). İnci Pastanesi'ne ne olacak?! Hemen yan tarafta koskoca bir şirketler grubunun iğrenş alışveriş merkezi inşaatından sesler uyandırıyor beni tekrar.

Alkış, ıslık ve slogan sesleri "bastırıyor" inşaatın sesini. Sendikalı Bilgililer (TIK) geliyor. İşten çıkarılan 4 çalışma arkadaşları için artık onlar da sokakta. "Bugün okula ne kadar kazandırdım" yazıyordu pankartlardan birinde ve sermayenin elini üniversiteden çekmesini istiyordu kalabalık. Bir an durup Bilkent'i düşündüm ve böyle bir şey hiç geldi mi akıllarına acaba demeden edemedim. Neresinden olduğunu tam kestiremeden katıldım yürüyüşe ve 1 Mayıs'ta öğrendiğim sloganlara eşlik ettim. "Dünya yerinden oynar, işçiler birlik olsa.", "Sendika hakkımız engellenemez"

Günün ikinci eylemi Galatasaray Meydanı'na yaklaşıyordu. Ve meydandaki diğer eylemciler gelen grubu bekliyordu. Birbirine karışan sloganlar sonrasında bir oldu. "Yaşasın sınıf dayanışması", "Kurtuluş yok, tek başına. Ya hep beraber, ya hiç birimiz."

Tramvaylardan biri durdu, biriyse hunharca kalabalığın içine girdi. Sanırım o ara ağzım açıktı hayretten.

Yürüyüşü takiben polis geliyordu arkadan. Önümde yürüyen kadının göğüslerine bakan polis. Midem bulandı.

Mephisto'ya geri döndüm. Emek Sineması'nın önünde takıldığım grup beni Galatasaray Meydanı'na geri götürmüştü. Umutla..

"Ne Anlatayım Ben Sana!" (TIK) Çok defa kitapçıda elime alıp dokundum bu kitaba. Arka kapağını defalarca okudum. Kitabın konusunu bilmiyorken de biliyorken de o kırmızı kurdele okurken ne olduğunu anlayacağım bir şeydi. Mephisto'ya girdim sonunda, kalabalık arasında can hıraş kitabı buldum ve dokundum. Hrant Dink'in Sebat Apartmanı önündeki kaldırımda yatarken bedeni, eşi-arkadaşı Rakel'in ağlayarak Ece Temelkuran'a "Biz size güvenip kaldık" dediği anda Temelkuran'ın başını öne eğip ayakkabılarındaki kanı gördüğü an hissettiklerini hissettim sanırım. Her dokunuşta bembeyaz, tertemiz bir alna dokunur gibi, biraz da suçlulukla.

Bu arada, açma da aldım tabiki. Tok da olsam. Kabuğunu yedim sadece ve içini ise sana bıraktım sevgili-(m?).

******

Saat sanırım sekize yaklaşırken Fulya'yla karşılaştık. Mihrimah'ta keyifli birer çay eşliğinde yine Su Samuru olduk birbirimize karşı. Şizofreni olmaya yatkınlığı yüksek olan iki kadının bu sohbetini sanırım anlayabilecek üçüncü bir kişi daha yoktu. Halbuki her şey düz mantıktı.

******

Fail-i Müşterek!
Bugünü ancak böyle bitirebilirdim diyordum. Biz yapmıştık hepsini ve susarak hala olan bitene izin veriyorduk.

Ama bir gün herkes on beş dakikalığına insan olacak, biliyorum. Şimdiyse tüm fiiller müşterek.

Ve Kumbaracı50'ye en az bir kez gitmeli herkes. (TIK)
(Başka bir yazı olsun bu oyun, izlerken biletin üzerine aldığım birbirine karışmış notlar).

******

Boğazımızki düğümle Kumbara'ya gittik, yine sıcak, yine ev gibi.. Yine müzik, yine şarap.. Anlam veremediğim fularıma sarıldım sıkı sıkı, bütün gece artık boynumda değil elimdeydi.

"Gidiyor musunuz?" Keşke gitmeseydik be Fulya.. Hem bak be tam da, o karakteri bulmuşken, abiii mi desem hep, sussam..

*****

Midye.. Ve bir sonrakine sabahlamak sözüyle eve giden otobüse doğru koşar adım..

*****

Sokak güzel, sokak ses, sokak hareket, sokak umut!

**Makinamı ne zaman evde bıraksam böyle oluyor, neyseki yadigar E250'm vardı yanımda :) Her şeyi bir defa daha bulanıklaştırıyordu. Görebilmek için fotoğrafların üzerine tıklamak yeterli.

8mayıs2010

Mayıs 04, 2010

Bayan Nihayet!

Evet, öyle.

Özlemek insana has bir duygu en nihayetinde, o yüzden inadına bu çarşamba okuyacağım rafa kaldırdıklarımı..

Ting-a-ling-a

Nisan 27, 2010

Makas2

Nur (ki terapistim olduğunu daha önce söylemiştim) çok sevindi saçımı kestiğimi duyunca; bense yine de emin değilim henüz, saçımı neden kestiğimle ilgili..

Sıla Türkü Bar'ı özledim bugün, Adana'ya gitme ihtimali bu kez korkuttu beni.. Eğer gidersem Sıla'ya; 3. olacak: o'nsuz, o'nla (karşılıklı ne de güzel oynamıştık 'Yar'), O'?

Şimdi çöpteki saçlarım, yeni kaküllerim neden bana Sıla'yı hatırlattı; yoksa atamadım mı hasretimi 'çöp'e?

Nisan 26, 2010

Makas

Bugün alelacele ödev yetiştirmeye çalışırken ve öğleden sonraki 3 dersi sırf bunun için asmışken; bir anda elime makası aldım ve nicedir uzasın diye umduğum saçlarımın artık çirkinleşen ön kısımlarını "itinayla" kestim. Makas bir elime ters geldiğinden bir yanı diğer yanıyla eş değil, kuruyken kestiğimden dengeyi tutturamayıp fazla dalmam da cabası, düzeltmeye çalışırken iyice kısalttım bir de o var.

Ama sevdim, pişman değilim. Uçları mide bulandırıcı şekilde kırılsa da, uzasınlar, ama önler kısa kalsın, kakül minvalinde..

Mart 24, 2010

Sinema Koltuğu Rahatmış!

Epey olmuştu sinemaya gitmeyeli, en son Trabzon'da Vavien'i izlemiştim/k. Her ne kadar hayal kırıklığı olsa da -galiba beklentileri yüksek tutup gitmek çok akıllıca bir hareket değildi- şimdilerde düşününce fena olmayan şeyler çıkarabiliyorum.

Hayatımıza film indirmek diye bir eylem eklendiğinden beri ise sinemaya daha az gider oldum. Bunda tek kişilik sinema biletlerimin sayısının çoğalma korkusu da olabilir diyeceğim ama ben sinemaya hep yalnız gitmeyi sevdim.

Neyse;

Salı günü onca ödevim olmasına rağmen, dersi asıp Ankuva'ya gittim. Kitapçıda dolandım, Bilkent'e geldiğim ilk günlerdeki gibi. Akşam için girip bilet aldım, çünkü bilet almasam Nur'da dönünce vazgeçmiş olacaktım ve yurda dönecektim.

Velhasıl kelam;

Anadolu'nun Kayıp Şarkıları'nı uzun bir bekleyişin ardından izledim. Tıklayalım!

Her yolu deniyoruz, bu kavganın neden olduğunu haykırabilmek için. Nezih Ünen de çok bizden bir yolu seçmiş; emekle, sabırla yıllar boyu çalışmış.

Zaman zaman koltuğumda duramadım, bazen içime birşey oturdu, Mardin'i özledim bir kez daha. Ve teşekkür ettim o karelerde yüzü gözüken/gözükmeyen, sesi duyulan/duyulmayan herkese.

Ve filmden çıkıp albümünü aldım.

İzleyiniz, albümünü edininiz.

Mart 22, 2010

Rüya

"Su, anne rahmidir.

Bu; yeniden doğmak istediğini gösterir Aslı!"

22 Mart 2010 / Nur

Mart 20, 2010

Samsun Asfaltı Samsun'da değildir:)

Samsun'dayım bilmem kaçıncı defa..

Ve ilk gelişimi (14-16 Temmuz 2006) hatırlıyorum an be an, aradaki tüm gelişleri silmişim sanki..

İlk kez Ankara'dan bu kadar uzağa gelmiştim (Samsun'dayım ya gelmişim diyorum:)

O zamanlar daha başkaydı buranın duvarları, havası, çayı..

Şimdi, yine.. Hoşgeldim,, hem de burnumda tüten çilingirliğe..

Mart 17, 2010

Geç keşifle gelen haftasonu @ Istanbul..

John Butler Trio, neden bu kadar geç keşfettim ki?!

Eşliğinde haftasonu tasarlamak; fotoğraf makinası, en güzel çizim kalemlerim, eskiz kağıtlarım ve Kumbara..

Istanbul'da baharı kar ihtimali ile karşılamak :)


Edit: Şimdilik erteledik.

Mart 16, 2010

Zaman bi siktir! Beni zihnimle başbaşa bırak!

Zamanın oyun oynadığını hissediyorum sık sık, aynen şu anda da olduğu gibi.

Kepez'deyim. Geniş bir piknik alanı. Aylardan mart değilmiş gibi, bir sürü insan buraya gelmiş.

Et kokuları, toplar, ipler, şenlik, cümbüş ve garip bir imece hali.. Herkes diğer herkesin güzel bir piknik geçirmesi temennisiyle kalmayıp maşasından mangal kömürüne herşeyini paylaşma isteğinde.

Az ileride davul çalıyor, ben Tuğberk'in arabasında sabah 8.40'ta gireceğim sınava çalışıyorum. Bizim çocuklarsa top, ara ara da batak oynuyor.

En eğlenmeyen kişi olarak gözüksem de tüm gün; aksine deliler gibi eğlendim.

Tavuk yedim, neredeyse 1 tam ekmeği bitirdim. Çekirdek çitledim. Civan'ı Istanbul'a uğurladım.

Zaman silsin istiyorum bazı şeyleri, tam olarak ne olduklarını bilmesem de.. (Zamanla gelen edit (16 Mart '10 - babamı silsin lütfen!) İçimdeki büyük bir yükten kurtulacakmışım gibi..

Epeyce gidemeyeceğim Istanbul'a. Belki de gitmeyi istemiyorum, ajandamın da engeliyle.

Özlesem de Istanbul'u, oralı gibi yaşamayı yine, tüm bir haziranı Antalya'da geçirmeyi göz aldım 2 gün önce. Staj yeri Taca İnşaat. Acaba kask verirler mi şantiyede? Sarı olandan..

Kaleiçi'ni gezdim, denizi soludum zihnimin en derin yerlerine kadar.. Ankara'da mutsuz olan Istanbul ve İzmirliler'e Antalyalılar'ı da ekledim.

Başka şey deniz memleketinin çocuğu olmak..

Zihnimse bana hala oyun oynuyor, yanıltmak için çabalayıp duruyor; tarih bilincimi yitiriyorum..!

@ Antalya 14.03.2010 18:10

Zamanla gelen edit: Sınavı bilerek kaçırdım. Hocaysa bana ibret olsun diye sanırım, raporsuz telafiyi kabul etti; hem de ben istemeden..

Şubat 18, 2010

Öyleyse;

Mercan taşlarını kokusunda da tanırım ben.

Mızıka çalarken dominonun kırılan kutusunu tamir eder, sonra da boyarım..

Şubat 17, 2010

Muz seslerini duymak için muz tarlalarına mı gitmeli?!

“Onu ağustosta muz tarlalarına götürecektim. Muz seslerini dinleyecekti. Nasıl sevineceğini, hayret edeceğini düşündükçe..” (Ece Temelkuran @ Muz Sesleri)


Uzun zamandır bir kitabın bitmesine bu kadar üzüldüm!

Ninni

Hayat ne kadar eskise de zaman zaman; yıpranmış, kirlenmiş, zedelenmiş, ihanete uğramış ve orospulaşmış olsa da;... Hayat, her gün yeni bir bebek için baştan başlıyor; tertemiz. Yaşanmıyor gibi temiz.

Su samuru gibi, yalansız dolansız, taktiksiz, 'oyun'suz..

Ocak 27, 2010

'Guzel' bir 'Balzamin' Çiçeği

Ofisin bahçesindeki yaralı kedi ölmüş, bugün öğrendim. Halbuki sevmiştim, demek ki ölüm gitmelerle birlikte olmuş. 'Güzelsindir de çocuksundur da' ya, meğer el kadar kedicik de dayanamamış yaralarına. Tarih bilinciyle yaşamaktan bitap düşmüş.

*****

Her mutlu sanılan "Hoşgeldin"in hoş geliş olmama ihtimali olabilir tabiki. Esas olan; bu duruma hazırlıklı olmak ve kendine kızdığın vakitlerin olmasının önüne geçmek.. Fakat kendini her hazırladığın an güvensizliği de getirir beraberinde.

Oysa ben güvenmeyi seçtim, yaşadığım her an'a inanmayı; sonrasında ne olursa olsun onları değersizleştirmemeyi seçtim. hiçbir gidenden nefret etmemeyi öğrendim, babamdan başka; oysa bugün nefret ettiğime şaşıyorum, insan oluşumu sorguluyorum.

Birine yazdığım notları, o kişide günler sonra görmekti aldandığım belki de, değer verdiği sanmak oldu kendimi aldatışım. Umut dememek gerekti.

Sorgulamıyorum hiçbir şeyi. Yaşandığı ya da yaşan-a-madığı yerde bıraktım; 3-5 şeyi.

Hala asLI'mı dinleyip hoşgeldin demek kadar insanca diyorum "Güle Güle"yi de; ben hiç "Hoşçakal" demedim..

Bir tost alayım, sizde bir sürü değişik ekmek varmış, kepeklisi de güzelmiş, onlardan olsun.. Bir de çeşit çeşit çikolata..

Belki bu gece bir filmi uyuyakalmadan bitirebiliriz. Acıktım ben, bir gözleme olsa yağsız..

*****

Yaralı bir kedim olacak birkaç haftaya, adı olacak. Nani!

Ocak 20, 2010

Karla gelen

Sanırım 3 saat kadar durdum kar altında, bir ara epey titrediğimi hatırlıyorum..

Ama en çok sesler yankılanıyor kulaklarımda..

"...puşttur."

"Ben büstleri değil, insanları severim!"

Kar gitgide hızlanıyor, adaletsizliği yıkamak istercesine..

19 Ocak 2010 15:00

Ocak 18, 2010

Yağmurla gelen

Gülüp geçilecek şeyler olmuyor değil; tüm günü yağmur altında yürüyerek geçirdikten sonra çektiğim hiçbir fotoğrafı beğenmediğim gibi, şimdi bir de ateşim çıkmaya başlıyor. Halbuki günlerdir benle olan düşük tansiyonumla artık iyi geçinmeye başlamıştık.

Ocak 13, 2010

87 Taksim - Edirnekapı

İnsan nasıl bir mekanizma, bünyesinde kaç tane ve çeşit sistem barındırıyor kestiremiyorum. Psikolojisi nasıl işliyor, dişliler birbirini nasıl bu kadar hızlı takip ediyor şaşıyorum.
Korkuyorum. Çözemiyorum. Algılarımın yetersizliğini kabul edip izliyorum.

Otobüste biri ayaklarımın dibinde bayıldı. Kafası, dizlerim ve ayaklarım arasındaki çocukken defalarca tekme yemiş kemiğime çarptı.

Ağzından kırmızıyla karışık, yapışkan, akışkanlığı az sarı bir sıvı akmaya başladı. Kafasını yere vuruyordu, vurdukça "tak tak" sesi beynimde yankılanıyordu.

Herkes geri çekildi. Ben de.

Birisi ağzını açmaya çalıştı. su uzatmaya başladı insanlar etraftan. Bense kaşlarımı çatmış izliyordum, ama orada olduğumu sanmıyorum o an.

Yüzünü yıkayıp oturttular. Otobüs durmuyordu tüm bu olanlar esnasında.

Birden kendine geldi, ağlamaya başladı. Cüzdanını çıkardı; içinden kağıtlar çıktı. Rapormuş, bir de reçete. Bir ara dikkatli bakmaya cesaret ettim, 16 Mayıs 2008 yazıyordu. Üzerlerindeki kat izleri bu an'ı defalarca yaşamış gibiydi. Aşınan yerleri bantlanmış.Oysaki birazdan 14 günde "o" hale gelen dilini gösterecekti. İlaçlarını da hiç alamamıştı bugüne kadar ama Bakırköy ve Çapa'da bulabiliyordu. Güvensiz beynim senaryolar kurmaya başlamıştı daha olacakları beklemeden.

68 lira. İlacını alamıyormuş. Sürekli ellerini gösteriyordu ve dilinde 14 günde oluşan çatlakları. Epilepsi olduğu ve o an'ı hepimize yaşattığı içni özür diliyordu. Benimse kaşlarım hala çatılı.

"Allah rızası için" demeye başladı. Yok, hayır; ben kötü olmalıydım, art niyet düşündüğüm için.

Sanki bu oyun defalarca izleniyordu.

Nefesim otobüsün gitgide ağırlaşan kokusuna karışmakta zorlanıyordu.

Etraftan beşer onar banknotlar yağmaya başladı. 68 lira tamamlanamadı. "Allah rızası için" yüksek sesle sıkça söyleniyordu artık. Birer liralar gelmeye başladı bu kez. Her gelen parada helallik istiyordu. Bu; ya deneyimli oluşunu ya da sahiciliğini gösteriyordu. Bilmiyorum.

Nefesimin giderek ağırlaştığını hissedebiliyordum. Hala; yazarken de, otobüste.

Ne yapmalıyım emin değildim; hatta ne kanaat getirdiğime de hala karar vermemiştim. Bir sürü kişi hep bir ağızdan "Helal olsun" derken, benim donup kalmam acaba kötü olduğumu mu gösteriyordu, bundan bile emin değildim. Vermeli miyim, onu da bilmiyorum.

Yanımda bilgisayardan sonra en çok para verdiğim (anneme verdirdiğim) fotoğraf makinem vardı. Objektif ve çantasıyla 1290 lira. Çantamda ise önümüzdeki iki gün harcamak için ayırdığım son param, 15,60 lira. Vermedim para. Neyin ardına sığındığımı da boşveriyorum, çünkü ne bulsam canım acıyacak biliyorum.

Derken, bir kadın bayıldı. Sanırım kokudan. Kendi ağzı kokar ya insanın, duymaz; başkasının ki ise kusarcasına azap verir o koku.

Kadına su verdiler. O sustu.

Birkaç helallik ve "Bugün de dilenci oldum ya!" nidasından sonra, indi, "Nereye gidiyorsun?" sorularına maruz kalmaya başlayınca.

Ardından bir karmaşa, "Bunlar hep böyle!", "Ne! Para mı verdiniz?", "Abarttı ya, evet", "Ağızlarına balon koyup patlatıyor bunlar"..

Yanımdaki adam "Tayyip ve takımı bu hale getirdi bu ülkeyi. Onlar gidene kadar ben de gelmeyeceğim, gidiyorum" diye mırıldanıyordu.

Para verenler pişmanlığını örtbas etmek için epilepsili genci savunuyordu. Biriyse "Bir gün gerçekten olursa yine mi inanmayacağız, yapmayın!" dedi.

Karmaşa durmuyordu.

Bir ses: "Allah'a o kadar inanıyoruz ki; bunları ne öldürüyoruz ne de vuruyoruz!" dedi. Sanırım akşamın tüm olan biteni buydu.

O an, nefesim durmuştu, dizlerim tutmuyor gibiydi ama ayaktaydım. Göz göze geldik söyleyenle. Tüm gözler üzerimde, bir şey yapmamı bekliyordu.

Bir an konuşmak istedim. " 'Oyun'sa bile ona bunu yaptıran ne?!" demek istedim. Bugüne kadar yüzlerce kişiye anlattığım şeyi, şimdi orada anlatamıyordum. Dehşetim tüm sözlerin önüne geçti, bir bir boğazıma dizildiler. Kulaklarım uğuldadı.

İnmek istedim ama bir an önce ananemin benim için yaptığı pırasa yemeğini yemek istiyordum.

Oturdum. Şiddetle haykıran adam da inince "Öldürmeyin!" dedim birden; yanımdaki kadın ona bir şey diyorum sanıp bana döndü. Ben bakmadım; olanları izlerken çattığım kaşlarım hala aynı şekilde duruyordu.

Kalem çıkardım, soğuktan donmuş gibiydi. Otobüste başladım yazmaya, şimdi minibüste devam ediyorum. "Bu" an'a yetiştim; şimdiki zamana. Olan biten -di'li geçmiş zaman olmasına rağmen ben -miş'li tadındaydım hala.

Sustum ya; onca zamandır birlikte iyi yaşam için söylediğim herşeyin, bu gece bir avuç arada kalmış insan karşısında suskunluğa dönüşmesine şaştım. Ne zamandır yemediğim tokat bu akşamı bekliyormuş.

Oysa; Kumbara'da bu akşam saatlerce dünyayı kurtarmış, "Objektifle Barış Masalı" ismini aramıştım tasarladığım atölyeye; arada saçlarımla oynayarak. Barışı anlatacaktım, yeni ve daimi merakım fotoğrafla. Oraya geri dönmek ve nefes almak istedim. Balkonda bir nefes çekmek bıraktığım sigaradan, şimdi alamadığım nefese inat. 'Bir otobüste "Barış" nasıl anlatılır'ı orada, dünyayı kurtarma hayallerimin arasına sıkıştırmak istedim.

"Neden?!" dedim. Cevabını bulmam gereken hangisiydi: "Kafası bacaklarıma çarpan gencin epilepsi olup olmadığı" mı yoksa "Nasıl 'Barış'ırız?" mı olmalı.

Altı gün sonra Agos'un önünde ne için ayakta durmalıyım. Susacak mıydım yine? O gün orada "herkes"in "herkes"le 'Barış'ı için şu an alamadığım nefesi alacağım.

Bir güvercin geçecek hayallerimin içinden. Ben akşamı yine Kumbara'da dünyayı kurtaracak, "birlikte iyi yaşam" için dileklerden ötesine geçeceğim.

Ve; aynı hat otobüsü ile bu kez susmadan evime gideceğim.

13 Ocak 2010 @ 87 Taksim - Edirnekapı

Ocak 07, 2010

Geçiş: Ank to Ist

Bu sabah çok erken saatlerde yurdun önündeki banka oturdum. Hiç uyumamıştım, kuşların sesini de duymuştum ezanın ardından. Dayanamadım çıktım. Mahallemde olsam kesin açık bir fırın olurdu diye mırıldandığımı farkettim, yeni çıkmış sıcacık bir pide olsaydı soğuk havaya inat.

Ellerim garip şekillerde bezenmişti mürekkepli kalemler sayesinde; birazdan renkli kalemlere geçecektim neyse ki. Ama girmek istemedim içeriye. Şansımı denemek çok riskli olmasa gerekti, "Acaba kantin kaçta açılıyor?" Patikadan yürüdüm. Kapalıydı. Döndüm.

Elma vardı odada-tadına baktım-, bir de dolapta dünden kalma çorba. Ödev yetişmeyecek diye ikisinden de vazgeçtim.

Şimdi yazarken; tüm teslimleri bitirmiş, tüm sınavlara girmiş durumdayım. Sevinecek gücüm yok yorgunluktan. Biraz müzik dinlemek istiyorum, türkü galiba. Uykuya dalmak kısacık, belki rüya.

Sonra çantalar var bekleyen, ev var sıcacık, anne var. Galata'da bir kahvaltıcı var, bir yanı kuleye bir yanı denize bakan; annemi oraya götürüp fotoğraflar çekelim ya.