Kasım 13, 2006

kapıda kaLdık..


Siyah şemsiyeli, siyah tişörtlü, siyah ceketli bir adam, herşeyin başına 'EN' hatta 'MEŞHUR' konan şehirde kaldı. Bu kapıydı geçilmesi gereken, belki de geçebilecek siyahlı adam ve beyaz şallı kız da anlamadı o dirayetin onlarda olduğunu ve onlar O şehirde kaldı, ne adam tertemiz siyahlarını getirebildi boyalı şehre ne de kız beyaz şallını tutabildi omuzlarında. Kız söz verdi siyahlı adamı bırakmayacağına , söz istedi bırakılmamak için, ama ikisi de kendileri gibi sözlerinin de heykelli şehirde bıraktı. Yepyeni bir sayfadan bakmıştı ya kız tertemiz siyahlı adama -hem de defterdeki tüm sayfaları yırtarak- şimdiyse ne sayfa kaldı ne de defter kaldı yaşanan ya da yaşanacaklara dair. Beyaz şallı kız; şalıyla birlikte bıraktı Haller'in o güzel loşluğunda konuşan, Kurşunlu'da huzur bulan, yolda el frenini çekip beyaz şallı kıza sarılan o tertemiz siyahlı adamı. Belki de kopan tesbihin her bir gümüş yuvarlağıyla gitti o adam, belki de sır tesbihin emekle bezenmiş her bir yuvarlağındaydı . Şimdilerde kız kayıp şalını aramaktan vazgeçti ve siyahlı adamın istediği gibi ağlamadan terkediyor onu, sürekli tek bir şarkıyı dinliyor, "pervane" gibi kendi ateşiyle yanıyor ve sadece dua ediyor; boyalı dünyadaki adam için değil, o şehirde kalan o kapının eşiğinde oturan Haller'de konuşan tertemiz siyahlı adam ve beyaz şallı kız için..

şaşırdım kaldım işte, bilmemki nemsin; belki de olmayan şahmeranın olmayan bacaklarısın..

Temmuz 06, 2006

çok Pollyanna gördüm kendimi....


Yo isyankar değilim, hele şükürsüz hiç değilim; olmadım da hayatım boyunca. Allah kullarının üzülmesini istemez zannımca; o yüzden de en az acıtanını yaşarız her şeyin, biz bir türlü kabul etmek istemesek de. Hani hep deriz ya, ‘ Bir şey düzgün gitmez mi benim hayatımda? Her şey kötü, ama neden?’ . Böyle değil aslında, farkında değiliz ki yaşanan her şey bize bir parça daha güç kazandırıyor. Öyle değil mi sanki? Düşünün bir kere, şahit olduğumuz her ölümden sonra hayata biraz daha sıkı sarılmıyor muyuz yada her ayrılıktan sonra yalnızlığımızın da aslında bize zaman zaman yetebileceğini fark etmiyor muyuz? Ama bu demek olmuyor ki ‘yaşanan kötü şeyleri de akışına bırakalım, nasılsa bir getirisi olacak bize’. Bazen an geliyor ki cüz’i irade sesinin duyurmak istiyor, belki de dur demenin vakti geldiğini anlıyor. Ölümlerde gözyaşını durdurup hayatın güzelliğini anladığımız, ayrılıklarda O’nsuz yalnızlığımıza alıştığımız zamanlar belki de cüz’i iradenin konuştuğu anlar.

Fakat kimi kez öyle şeyler yaşanıyor ki doğal seyirle son bulmuyor, cüz’i iradenin belki de vaktinden önce karar verip kükremesi gerekiyor. Ne ölüm ne de ayrılık bu; bu ancak yaşarken ölmek yada bir başkasının diri diri ölümüne şahit olmak. Hayatındaki eksik şeyin huzur olduğunu hissedince insan artık ölmeye başlıyor demektir. Huzursuzluk veren mekan mı insan mı? Hiç belli olmaz, bazen yalnızca bir düşünce huzursuzluğu getirir beraberinde. Kabul etmek de lazım, hayatta her an huzur olmaz- hoş zaten olmuyor da- , her aşırının rahatsızlık vereceği gibi. Hani güneş çok yakınca sevmiyoruz ya onu yada hepten söndüğünde ölüyoruz. Huzur da böyle işte; hep olmaz, olursa da tadı kalmaz. Acıdır zaman zaman huzurun değerini arttıran. Ama acı uzun zamandır yakıyorsa canımızı, huzuru hayatımızdaki eksik şey olarak görüyorsak artık; tehlike koku yaymaya başlıyor demektir. Cüz’i irade de bir yerde bu kokuyla silkiniyor, zamanı geldi diyor.

Bir can acıya belli bir zaman katlanıyor, her acıdan sonra da bu zamanı daha da uzun tutabilecek gücü kazanıyor. Ve her acının ardından irade daha bir hevesle arıyor huzuru. Önemli olan şükrü dilden düşürmeyip iradeyi öldürmemek.

**Gereksiz Bilgi: Hala efkar modundayım ben, geçmedi bir türlü kussamda içimdekini. İrademin eksiği fark edip kokuyu alacağı günü bekliyorum. Huzuru bulana kadar limonlu sodayla devam hayata…

Haziran 30, 2006

Var git son halin nedir? Ben olayım derken sen olmuşum…

“Var git halin nedir? Ben olayım derken sen olmuşum”

Dünden beri dinlediğim, gitgide içimde işleyen şarkısın sadece iki dizesi okuduğunuz. Şarkı bütünüyle güzel gerçekten, kısa olmasına rağmen dinleyince insanı düşüncelere sokan, efkara boğup ‘içmeyen’ insanı da bir iki kadehe sevkeden türden.

Bu kadar saplanmak birkaç dizeye, bir gün içimde hatta.farketmeden bilinçaltında beslediklerini açığa vuruyorsun belki de. Peki bu dizedekileri bu kadar saplanmak.. Doğru mu, yanlış mı? – Karşıyım buna, yok doğru ya da yanlış; belki kişiye bağlı görecelik kazanan iyi ya da kötü kavramları dolanabilir ağızlarda.

İyi değil… Ben olmaya çalışırken, bunun için uğraşıp çaba sarfederken; “20’me geldim heyyt uleyn” derken, tam “BEN” olurken “SEN” olmak. Neyin kaybıdır bu ya da kazandığın nedir? “SEN”i kazanırken içselliğinde, belki de kaybettiğin koca bir “BEN”dir. Ne zaman kabullenir insan “BEN”i bırakmayı, mutlu olur o an “SEN” olmakla. Ne zaman mı? – Artık “SEN”in olmadığını gerçekten anladığında; kafana bir balyoz yermişçesine sarsar önceleri, sonra uyuşursun. Uyuşma ilk belirtidir ve en masumudur; fakat uyuşma yerini yavaşça acıya bırakır, kana akmaktadır zaten; uyuşma da geçince ancak o zaman anlarsın akan kanı. Elini bir sürersin acıya, kana bulanırsın hemen; aslında başına götürdüğün elin değil kalbindir! Kalp kana bulandı, “BEN” yerini “SEN” olmaya bıraktı.

Her şey tamam ama “BEN” olsaydın da zaten “SEN” olmayacak mıydı? – Olacaktı, en güzel yerde hem de. Kendi benliğinde, her yaşananın her görülenin sana kazandırdığı şükürle; aradığım “BEN” bulundu derken, eksik parçalar hissettiriyor kendini. “SEN”sin diyorsun o eksik yan, belki de en güzel yeri ona ayırıyorsun. “Fasıl-ı Hayat” gibi giriyorsun kırmızılarla “BEN” denen o şeye; sonra da hiç girmemişçesine yokolmaya çalışıyorsun. Sen bunu yaptığını zannederken, sen kendi kendi öğütürken “BEN” seni en derine saklıyor. Ama “BEN” öyle bir yer ayırmış ki sırf senin için, “SEN”den sonra dolmuyor ayrılan yerlerin boşluğu. Ve her şey “BEN” olmadan “SEN” oluyor yavaş yavaş.

İradesiz bir “BEN” mi bu? Bir insan benliğinden vazgeçtiğinde ne kadar kalmıştır yaşanacak ömrü. Aslında bu kadar “SEN”in mimarı da”BEN”im, eğer “BEN” biterse “SEN” de olmaz artık, hem de “SEN”den bir tane daha üstelik de asLI varken.

“Var git sor halin nedir?” – Artık halini bilmezken, hal hatırın bile esirgendiği bir noktaya gelindiğinde, “SEN” olmak; hem de “BEN”i araken ya da “ SEN”den bir parçayı “BEN”de saklamak.

Kötü bile değil düpedüz yanlış bu. “BEN” düşünür “SENéi ancak, eğer “SEN”i seçersem ben olmak için bir saniye “BEN” düşülmeyecek tarafından ya da tarafımdam çünkü “BEN” de “SEN”im artık. Her şeye rağmen bir “BEN” vardır, her şeyi yapan odur; iyiyi iyi, kötüyü kötü; kötüyü iyi, iyiyi kötü yapan. “SEN”se işlemiştir artık “BEN” kadar benliğime. Ne nefret, ne uzak iki tanıdık gibi selam; çıkaramaz “SEN”in tatlı mahurluğunu “BEN”den. Var git arada “halin nedir?” diye bir sor sen de. “BEN” buna da razıdır; üstelik ‘hep’ olmayı isterken ‘hiç’ olduğu halde. “Değer”inden gözler kamaştı.

--------
Öyle bir dem ki ruhum
Hiç olayım derken meğer hep olmuşum
Kelam edip dertleşip nağmelerle
Sana da sebep olmuşum (ooff) bu dem ...


Var git sor halin nedir?
Ben olayım derken meğer sen olmuşum
Derdi canım söyleyip gezerken
Sana da sebep olmuşum (ooff) bu dem...
----------

Şarkı bana bir anlık bunları düşündürdü, hissettirdi ya da; herkes kendine başka bir şey çıkarır normaldir oysaki.

Dipnot:

1.Sözleri bir websitesinden direk ‘kopyala-yapıştır’ yaptım. (ooff) kısmının oluşu dikkatimi çekti, şarkıyı dinlememiş olacakları düşünerek bu efkar dolu demde içten çekilen ooff’u bir nebze hissedin diye yazılmış sanırım.

2.'Ben olayım derken sen olmuşum' yerine 'Hiç olayım derken meğer hep olmuşum' dizesi üzerine kafa yormuş olmak isterdim. Neyse benim fena halde efkarım tuttu, bir iki kadeh limonlu soda içmeye gidiyorum, müsadenizle.

Haziran 28, 2006

Eternal Sunshine of The Spotless Mind

Mevzu bahis olan konu uzun zamandır (Shawshank Redemption ve Fight Club’tan sonra) izlediğim en iyi fim Eternal Sunshine of The Spotless Mind (Türkçe’ye Sil Baştan olarak çevrilmiştir)’dır. 2003 yapımı olmasına rağmen 2006’da ancak Türkiye’de gösterime girmiştir. COPE günü sınavdan sonra Pınar’la sinemada izlemeden önce 2 kez daha izlemiştim. Fakat İngilizce olduğundan ve altyazı olmadığından kaçırdığım bazı noktalar olmuş kabul ediyorum :)

Jim Carrey’nin nihayet şaklabanlık yapmadığı, niye bu zamana kadar hep yaptı ki dedirttiği filmde Kate Winslet rengarenk saçlarıyla müthiş bir oyunculuk sergiliyor.

Sahneden sahneye geçiş gibi tek sahne içerisinde farklı mekanlarda olabiliyor karakterler. Yani demek istediğim; biraz karmaşık anlattım çünkü; Joel (Jim Carrey) evin salonundayken bir adım atarak Clementine (Kate Winslet)’nin çalıştığı kütüphaneye gidebiliyor.

Filmi her izlediğimde karman çorman duygularla nihayete eriyorum. İzleyenler anlar, izleyecek olanlar da anlayacaklar. Şöyle düşünelim; sil baştan deyip filmdeki gibi O’na ait yaşananları silip unutmak ; ki O’nla aranızdaki şey hüsranla bitiyorsa makul bir yol olabilir; ama mutlu (F) anları bir bir kaybetmek acıtır insanın canını tahminimce. Ki bir daha belki tanışma olanağınız olmayacak; Sil Baştan’ın yalnızca sil kısmı gerçekleşecek.

E silmedik diyelim, o zaman da mutlu anları hatırlarken hüsrana da razı olacaksınız demektir. Biraz iki ucu b.klu değnek gibi gözüktü bu durum bana:)

Yani kısaca olay şudur: “Sevdiğini aklından silebilirsin, ama ya kalbinden?”

Aşk gerçekse istesen de unutamıyorsun. Mesela Joel’le Clementine birbirini hatırlamadı belki ama bilinçaltı bir şekilde ilk tanıştıkları yerde birleştirdi onları.

İnsan Montauk’a gitmek, Clementine olup Joel’e (aslında O’na) aşık olmak, buzlarda sereserpe yatıp yıldızlara bakmak, eğer doğru olan buysa en az can yakan bu olacaksa her şeyi unutup yeniden başlamak, aynı kapıda yeniden ilk kezcesine buluşmak istiyor :( [anasını satayım yine becerdim kendi kendimi ağlatmayı]

Bir de küçük alıntı yapalım:
clementine : Joel, ben bir konsept değilim. Birçok kişi bir konsept olduğumu ya da onları tamamladığımı ya da hayatlarını kurtaracağımı düşünür ama ben sadece kendi iç huzurunun peşinde olan kafası karışık bir kızım. Bana kendi dertlerini yükleme.
Joel : Bu nutuğu iyi hatırlayacağım.
Clementine : Seni tavladım, değil mi?
Joel : Bütün insanlığı tavlamışsın.
clementine : Muhtemelen.
Joel : Yine de hayatımı kurtaracağını düşünüyorum. bu konuşmaya rağmen.

Filmin ismi de uzunca bir şiirde geçmektedir; bir kısmını yazıyorum, buyrun bakın:

Eloisa to Abelard by
Alexander Pope:

in these deep solitudes and awful cells,

where heav'nly-pensive contemplation dwells,
and ever-musing melancholy reigns;
what means this tumult in a vestal's veins?
why rove my thoughts beyond this last retreat?
why feels my heart its long-forgotten heat?
yet, yet i love! — from abelard it came,
and eloisa yet must kiss the name

(……)

how happy is the blameless vestal's lot!

the world forgetting, by the world forgot.
eternal sunshine of the spotless mind!
each pray'r accepted, and each wish resign'd;
labour and rest, that equal periods keep;
"obedient slumbers that can wake and weep;"
desires compos'd, affections ever ev'n,
tears that delight, and sighs that waft to heav'n.
grace shines around her with serenest beams,
and whisp'ring angels prompt her golden dreams.
for her th' unfading rose of eden blooms,
and wings of seraphs shed divine perfumes,
for her the spouse prepares the bridal ring,
for her white virgins hymeneals sing,
to sounds of heav'nly harps she dies away,
and melts in visions of eternal day.

(……)

Filmin bir de soundtrack albümü var ki muhteşemden başka bir laf harikulade vaziyeti anlatmakta yetersiz kalıyor. Mutlaka dinlenmeli; farzedin ki bu bir tavsiye değil emirdir :)
Özellikle bu emir Beck’ten “Everybody’s Gotta Learn Sometime” için geçerli.

Sözleri de şöyledir:

Change your heart

Look around you
Change your heart
It will astound you
I need your lovin'
Like the sunshine
Everybody's gotta learn sometime

Hakkını vermek gerekir ki başarıyla yazılmış, yönetilmiş ve kurgulanmış. Hala vizyondayken sinemada izleme keyfini kaçırmayın, yok efendim fark etmez ben evimde de izlerim derseniz e bi zahmet alın da izleyin o zaman.

seLLuka..



http://www.agaclar.net/forum/showthread.php?t=1266

Ezginin Günlüğü de oturmuş bir şarkı yapmış, adını da seLLuka koymuş. Buyrun sözleri:


Selluka


Yağmur yağdı, gene damlar boyandı

Sellukalar uyandı

Yağmur yağdı, gene yıkandı kalbim

Aşk kapıma dayandı

Dilimde şarkılar, hepsi aşktan yakınır

Yüreğimde kuşlar, hepsi aşktan sakınır

Yar senin kalbin kırılmış, sözler sana dokunur

Ama bak aşk sende de var, gözlerinden okunur

Sen sen sen aşkı bilsen, başka bir dünyaya girsen

Sen sen sen aşkı bulsan, selluka gibi sarılsan

Ben bu seLLuka'yı pek bir beğendim, hatta çok da sevdimmmm;) Ah bir de tohumunu bulsam :(

E peki siz nasıl buldunuz?!



Haziran 26, 2006

Bir Dönem Biterken..



Sınavın sonucunu da öğrenmiş, içten bir “ohh” çekerken artık bir değerlendirme zarureti çöktü üzerime.

‘Neden buradayım?’ sorusuna bir türlü cevap bulamadığım dolu dolu 9 ay geçirdim Ankara’da, aslında Bilkent’te. Bu soruya hala cevap bulamamış olsam da bir dolu eksiye rağmen onlardan daha da çok, bir kucağa sığmayacak olan artılarla bitti bir dönem. Çantamda bir çok anlatılası şeyle döndüm evime, şehrime.

Tercih zamanı kafam karışıp allak bullak olmuşken bir tanıtım CDsi çeldi aklımı:P O zaman dedim ki 18 tercihten biri de Bilkent olsun içimde kalmasın; nasıl olsa puan da yetmez :) Yani naneyi yeyişim tam olarak böyle ve masumca başlıyor:D Fatma da gidiyordu hem bir de ondan destek buldum.

Fatmaaa; 3 yıllık dershane arkadaşımdı, orada 2 aylık yurt hayatı yaşadık ki Bilkent’tekine kıyasla solda sıfır kalıyor bana göre. Her zaman önemli ve özeldi. Ama şimdiki kadar özel olabileceğini düşünmemiştim. Oda arkadaşım 4 yıl süreyle ve hayat arkadaşım bir ömür boyu.Dost, arkadaş ya da kardeş değil, biz birbirimizin bir parçasıyız hayatlarımızda.

Evden ayrılış.. Her şey oyun gibiydi başta. Ama toparlanıp da bavullar sıra sıra dizilince önüme acı da çökmeye başladı içime. Evden ayrılırken elinde çantalarla kafanı kaldırıp son kez pencerelere bakmak; evet aynı filmlerdeki hüzünlü sahneler gibi. 6 saatlik ilk İstanbul-Ankara yolculuğu nasıl da kazındı aklıma saniye saniye. Yanımda annem vardı ve benim ona her bakışımda acı daha da ağırlaşıyordu. Unutamam hala annemin elini taksi camına yaslayıp da ağlayışını; o eli yüreğime bastı sanki. Unutamam bir ömür, içten sızlar her daim. İlk gün yemek yiyecek (koskoca Bilintur) yer bulamamam; günlerce, aylarca hatta hala ağlamam. Değer mi burada olmaya diyorsun, tatmin etmeye yetmiyor hiçbir cevap.

Alışmıyor ama zamanla kabulleniyorsun.

Yara açıldı mı oluk oluk kanıyor, onu kapatamıyorsun gizlemeyi öğreniyorsun ancak. Aynı kanı bu kez içine akıtıyorsun.

Oryantasyon… Kesinlikle olması gereken, karmaşıklığı ilk zamanlar gözde büyüyen Bilkent’i öğrenme yolu. Lisede belki de bir iki defa konuştuğum kader ortağım Cansu (Dal). Nasıl da aynı hüzün vardı gözlerimizde. Belki bu yıl tam olmadı ama 4 yılımız var değil mi hala Cansu?! ;)

Sene başı eylül COPE’una girdik ve haliyle geçemedik. (Fatma ve 6264 hariç) Bilkent’in kasış mı kasış hazırlık okulu BUSEL’a düştük :S Neyse ki bir yılın sonunda COPE’u geçtim diye çemkirme sözlerine yer vermiyorum burada:) Sınav sonucunu öğrendikten hemen sonra yaşadığım, anlatınca annemi ağlatan, anneannem ve teyzemi hüzünlendiren bir olayı anlatacağım. Malum sınavı geçemeseydim yazın en güzel kısmı Bilkent’te yaz okulunda geçecekti, yani 3 günlük ev hayatım son bulacaktı. E bu durumu da tüm aile biliyor. Neyse efendim, mutlu haberin ardından ilk konuştuğum aile ferdi 8 yaşındaki kuzenim Pınoş. Diyalog aynen şöyledir:
Ben: “ Ablacım sınavı geçtim, söyle herkese. Oleyy, yuppi:)) “
Pınoş: “yani ablacım seneye Ankara’ya gitmeyecek misin?” [ İşte bu an sevincin kursakta kaldığı andır :( ]
Ben: “ Yok canım benim, yazın buradayım. Yani yine gideceğim kışın.”

Bu arada sene başındaki sınavda “CAN”ım çok sıkılmıştı;) ( Bensu bilir ne demek istediğimi)

ciCCimmmmmmmmm…. Nasıl oldu da girdin sen benim hayatıma. Nasıl da hızır gibi tam zamanında yetiştin, huzur verdin. Hayatıma girdin ve en önlerden yerini kaptın. Belki Ankara’ya dair sevgi sözcükleri senin sayende başladı söylenmeye, hem de sen Trabzon’dayken :( Sen Ankara’yı özlerken, ben sana sabahlara kadar İstanbul özlemimi anlattım. Farklı bir başlangıç oldu bizimkisi. Sonunda sen pişmanlık bense hüzün yaşadım. Ama iyi ki böyle olmuş ciCCim; belki de böyle başladık diye bu kadar kolay bu kadar samimi bulduk birbirimizdeki “BİZ”i. Çok güzel bir şey ciCCin olmak, senin ciCCim olman;) Eşim, dostum, arkadaşım, sevgilim; bitanecik, ayyaş, haylaz, şebelek, TEK ciCCimmm…. Çok seviyorum seni…

ETİpuf… 5 yıllık acılar… Kapanmayıp gizlenecek yaralar.. Ufacık bir kızdım seni tanıdığımda senle büyüdüm, seni en güzel yere sakladım. En sonunda terk etti sevdan beni ama…. Yerin var hala benliğimde. Yıllar sonra…

Kardeşlerim….Cem, Serhan… Kösteklensem bir gün kollarımdan ilk siz tutacaksınız şüphem yok. En sıkıntılı anlarımda sevginiz, sıcacık teselliniz ayakta tuttu beni. Yaz planlarımız var daha :) Sevginiz için, kardeşliğinizden bu emin kıldığınız için minnettarım size. İstemeseniz de bir gün ki istersiniz biliyorum ; hep hayatımda olacaksınız ben de sizin hayatınızda.

SSAL.. İnsan mezun olduktan sonra ‘canım okulum’ diyormuş ki ben de bunu 4 yıllık lise hayatımda söylememiştim. Arkadaşlarım, öğretmenlerim… Özlüyor insan… Ehehehe 1 yıl bitti de pilav gününe bile gittik mezun olarak :)

aslistanbul.. asLI mı istanbuL mu… İkisi de… Daha doğrusu ikisi bir olmuş artık. Nasıl bir aşktır bu sana duyulan ey şehir, nasıl bir özlem, heyecan! Her sokağın karış karış aklımda. İstiklal 2.evim :) Beşiktaş, 4 yıllık mekan :) Ortaköy’de gezintiler :) Tophane’de nargile dumanı altında sohbet :) Eminönü’nün telaşlı kalabalığı :) Kadıköy vapuru ve martılar :) Dolmabahçe’de denize karşı çay :) ………….. Sevdalım şehir… Seni düşünmemek şehir ne kadar da zormuş, seni düşünmekse bir o kadar kolay..

Okul başlıyor. İlk kur “inter”.. Yurttaki kız ,,aa aynı sınıftayız.. O da solak :D Pınar… İlk… Sabaha kadar MSN keyifleri, bitmek bilmez kahkahalar.. Uykucu Bulut, Hafize Hoca…

Pınaarrr bak TOG diye bir şey var, liseden beri takip ediyorum ben, hadi gidelim toplnatısı varmış bugün?! İyi ki de gitmişiz di mi?!

TOG… İlk toplantı…Nasıl bir heyecan gönüllü olmak… Kendini işe yarar hissetmek… Uzattığın eldeki güzelliği gözünle görmek… Unutulmaz şeyler öğreniyor insan. TOG’la ilk Kıraç yemeği.. Sinan ya sayende o akşam bölümüme aşık oldum ciddi ciddi, ama yine de değiştirmeyi düşünüyorum :P Noyan iyi ki varsın. Pınar sana, sen Pınar ne kadar da çok yakıştın. Giray, Beren, Tubaaaa, Gülsüm, Kerim, Muharrem, Kübra, Kazım, Birey…. Eleştirmek için değil değiştirmek için…

Kitap okuduk.. Binlerce genç aynı anda, meydanlarda, saatlerce kitap okuduk. Siz de okuyun diye haykırıyorduk, sessizce okurken ;)

Kıraç… Az yemedim ıspanağını ve çeşitli sebzelerini :) Az maç izlemedim. Kıraç--> Maç --> Ispanak..

Özgür..Başımın tatlı belası.. Gönülsüz gönüllü..

91.Yurt.. 6264.. biz en çok bu no.yu tuşladık Fatma’yla :)

Semih.. Kaybettim sandığım anda, artık ikimizde sona yaklaştığımızı fark ettiğimiz de bulduk yine birbirimizi.

Ve ilk kur bitti, geldik UPP’a.. Anaaa yabancı hoca mı, öff sınıf da pek bir sıkıcı duruyor. Tam aksi… Pazartesi corner kızları.. asLI, benSu, zuzuu selin, ipek’’’mmm… Tantuni 34’teki hüsran, puhahahaha… Bal arısı olmak da yakıştı bana ;) Ama her zaman benim yeşillerim daha güzeldi, öyle de olacak :) Helen, biz bütün İngilizler’i onun gibi sandık; bir de onu gönüllü yaptık :)

Son kur, PRE-FAC..4 ay.. Aaa Bensu, aynı sınıf mı, c202 mi?! Oleyy, yuppii :P Güldencik, ben onun dilinden o da benimkinde nasıl da güzel anlıyor. Nursema; speaking partnerim benim; Allah affetsin bizi :) Mert, 2 dakika sus ya, yok yok sen de konuşmasan çatlardım ben herhalde sıkıntıdan. İşte tüm İngilizler’i Helen gibi sandık, Allah karşımıza Jane’i çıkardı :S

Bensu..İlk senemin 6 ayına ortak oldu, bundan sonra da ortaklık devam edecek. İki şekersiz çay.. Milyonlarca 2mizin olduğu foto.lar :) Nefes Bar’a iyi ki de çağırdın bizi :( Anlarsın aklımdan geçenleri ya, buraya yazmayacağım aramızda kalsın kuŞŞŞ ;)

Nihat Başakar İlköğretim Okulu.. Saf, güzel, sevgi isteyen çocuklar.. Ufacık destekle mutlulukla dolan kalpler, şükür nedir öğreniyor insan, beynine balyoz iniyor adeta. Gözlerdeki ışıltı. Biz onlara örtmen ablalar, ağabeyler olurken belki de onlardan daha da çok mutluluk yaşıyorduk. Tarifi zor, kesinlikle yaşamak gerek.

Ab iimmmmm… 20 yıl sonra piLkent’te ağabeymm’i buldum, iyi ki de buldum. asLIcan :)) abisini çook seviyor..İzmirli abim de artık istanbul’lu ;)

Demiryolu, Demiryolu, Demiryolu… Aman aman.. Sözlerimi geri alamam.. 20 genci bir vagona kapattılar ve hikaye böyle başladı. Anlatsam şimdi yaşamayan anlamaz, 2 kişinin sığamadığı 2 kişilik kompartımanda 7 kişi sabahlamayan bilmez.. O çocuklara sarılmanın tadı yok hiçbir tatta. Polatlı’da sabaha karşı çorba içmeyen, menemen yemeyen, nesquickle beslenmeyen bilemez açlığı :) Kim 3 günde bu kadar kardeşe, yoldaşa sahip olmuş bizim gibi. 2 ay oldu sadece ama kim bu kadar anı biriktirmiş bu kadar kısa zamana. Türlüler yenmiş, yağmurda sucuk olunmuş ,havuç suyu içmiş, Kdz Ereğlilere kadar gidip balık yemiş, Özsüt’ün son müşterisi olmuş, Kimin tazecik mezunları var; ab immm, O şimdi mezun ; Fatiiihhh, nasıl da yakışmış cübbe; Faruk, kopamaz Ankara’dan kardeşlerinden; Nesli, o artık evli:) Dafne’de vejeteryan taba istemeyin tamamı kızartma geliyor; puhahahahaha.. Bilkent’i sevdim hakkaket yahu ;)

Fasıl.. Durak.. Real’in kapısı.. Kıraç -->maç.. Nefes Bar… Ezginin Günlüğü… Önce doldu sandığım ama şimdi paramparça fincanlar.. değer.. ayranlı bonibon.. poh poh perisi.. pıt pıt :( .. çörkk çörkk, hurk hurk .. cıp cıp.. sil baştan yeniden tanışmak.. Bilkent’i güzel yapan, Bilkent’in en güzel oyunu.. Hiç başlamayan, başlamadan da biten!.. Heves.. Çabuk sıkılmak.. Nefret; hiç olmadı, olmaz da. En son da seLLuka…

Dönüp bakınca geçen aylara, ne yaptım desende zaman zaman, iyi ki yapmışım da diyorsun asLInda.. aslistanbul, bir parça da Ankaralı artık :S :( :) :D

( Haziran 2006 )





Haziran 23, 2006

COPE'tum nihayet :)

An itibariyle sınav sonucunu öğrendim. "C"yLe geçtim :) Aman C olsun , çamurdan olsun da benim olsun yeter ;)

COPE nedir? Bilkent'in kasış mı kasış hazırlığını bitirmek için geçmek zorunda olduğunuz beterr,,lanett bir sınavdır. Yaklaşık 7 saat sürer, 2 oturumdan oluşur ve geçerseniz 2 senelik bir belgeniz olur. "COPE = certificate of profficiency in english" ben bu açılımı 1 yıl sonra COPE sınavı sırasında kitapçığın kapağından okudum :) Neyse efendim bu lanet hazırlık hayatım da 1 yılın sonunda nihayete kavuştu. Vatana millete hayırlı olsun:)

başlarken...

Ne zamandır aklımda vardı blog sitesi açmak, ama unutmuşum karmaşada.. Serhan açmış da aklıma geldi:)

İnsanın yazacak, anlatacak şeyi çok olunca, e ben de blogcu olayım diyor :P

Neyse, zaten yakında en taze haberler, güncel ve faydalı bilgiler:P ve "kaFamdaki makinA"nın ürünleri burada olacak ;)

Şu anda evimdeyim ve sınav sonucunu bekliyorum; belki de yarın geri döneceğim:S Aman bu ne stres yahu:(

başlarken....