Nisan 11, 2007

3 saat..

3 saat, aralıksız yağmur yağdığı bir zamanda bir otogara tıkmalı insanı bazı bazı, sürekli değişen insan yüzleri, ama değişmeyen bekleyiş; belki de ne bekleyip ne umduğunun farkına varış...

(bu bir hikayenin girişi, devamı için linki tıklayın :P)

ehem köhem ( gururlu öksürme sesi - gururlu öksürme tam olarak nedir, bilmiyorum :P) ;;; duyduk kii linke tıklama gibi bir hata yapmışsınız,, hikayenin bir kısmı daha sizlerle, afiyet olsun :)


yağmur hala yağıyordu, hatta o kadar ki yere düşen kocaman damlalar (ki yazarın gördüğü o şeylere hala damla demesi biraz abes kaçmaktadır :) şiddetinden geri sekiyor, yerde küçük fıskiyeler oluşturuyordu. 3 saati aşan bekleyiş artık 181. dakikasına girmek üzereydi, yazara eşlik eden Nietzsche bile sıkılmıştı uzatma dakikalarından. Kitap sayfalarının arası fazlasıyla rejim bisküvisinin kırıntılarıyla dolmuştu ve dolmaktaydı. Hava da şaşırmıştı, sabah güneş göstermiştim ben bu insanlara, şimdi de baya bi soğuk; durduk yere küfrettiriyorum kendime diyordu içten içe (ki yazar da ıslanmış pembe ayakkabılarına bakıyordu, küfür mü?, yok artık :) İnsanlar bekleyişten (belki de bekleyiş görünümlü kendiyle baş başa kalma seansından sonra sapıtmış olacak ki o soğukta dışarıda sigara içmeye cesaret ediyorlardı.

(tabi sayın kadın yazarımızın bir takım içsel sahneleri vardır duygusal anlamda, bunlar bir başka linke tıklayışınızda karşılaşacağınız şeylerdir :)

otobüsün kalkmasına 3 dakika vardı ve zorlu bir 207. dakikaya girilmişti, ama otobüs hala yoktu ortada. ( tabi bu çok düzenli ve sorumlu yazarımızın saatinin 5 dakika ileri oluşuyla ilgili bir durum da olabilirdi :P)
yok yok değilmiş,, otobüs cidden hala yoktu, galiba bu tam anlamıyla bir "terminalde tek başına vak'ası"ydı. ohh neyse ki gelmişti artık otobüs,, kitabın arasındaki kırıntıları silkelemek suretiyle 3 saattir bütünleşmiş olunan delikli, adına sandalye denen oturgaçtan kalktı yazar. Ama ters olan bir şey vardı, otobüs dolu gelmişti :D

hmm çünkü biz ara durakmışız, o kadar beklemeye böyle bir sıfat, "ara durak yolcusu"; o kadar ki asLInda o otobüsün gerçek yolcuları bile değildik. Durumu kabullenip otobüse binmek zorundaydı artık yazar, yoksa Nietzsche'den sağlam bir yumruk yiyecekti, bir kitap bu kadar karalanamazdı. Acaba otobüsün fazlasıyla havasız olmasına neden olan ve tabiri caizse fosur fosur uyuyan asıl yolcuların, sayın yazarımızın gerçekten yol arkadaşı mıydı? Evet, hala bir şeyler düşünüyordu yazar :p

"Aman yarabbimmm!" diye bir çığlık duyuldu. Tahmininiz doğru, bu ses yazarın içsesiydi,, oturduğu koltuğun kuzey, güney, batı, kuzeybatı ve güneybatısı acemi birliklerinden asıl yerlerine giden askerlerle doluydu, gerçeklik taşıyan yol arkadaşlıkları bir kitap yazılacak kadar anıyı barındırıyordu. Bütün bir yol; yedikleri, içtikleri, dinledikleriyle geçmişti; yazar ve Nietzsche köşeye sıkışmıştı; onca saat birbirlerinden sıkıldıkları anları şimdi özlüyorlar ve yalnız kalmak istiyorlardı :)

Ne, Allah'ım kör oldum, hayatımın terminalde bekleyişle başlayan bu kısmı kör olmakla mı sonlanacaktı. Aaa hayır, biri ışıkları söndürmüş, film mi izlemek zorundayız, eee ya ben izlemek istemiyorsam !! Peki peki ...

Filmm ,, adıı ,, terminal mii,, bir adamm,, aylarcaa,, mahsur mu,, yok artık...


(Yazarın terminalde yaşadığı içsel duygulanma ve dalgalanmaları okumak için linki tıklayın :p )

Hiç yorum yok: