Mayıs 28, 2010

Kocaman Yeşil Karpuz

Sokak kapısının eşiğine oturup bir avuç karpuz çekirdeği çitlerken kırmızı etek giymiş bir teyze yanaştı yanıma kocaman meraklı yeşil gözlerle; soracak sandım yalvarır gibi diktim ben de onunkiler kadar kocaman olmayan yeşil gözlerimi, avucumu uzattım belki bir karpuz çekirdeğine kandırırım onu diye; bir an tereddüt etti karpuz çekirdeği mi yoksa soru mu der gibi bakınırken etrafına; susup gitti -zaten hiç konuşmamıştı- ne karpuz çekirdeğime ortak oldu ne de benim bile bilmediğim cevabın sorusunu sordu.

Mayıs 26, 2010

Atlı Karınca Misali Hayat

Bubamara'yı dinlememiş ne zamandır, gelecek zaman aktivitesi kendini geçmiş zamanda kaybediyor.

"Dön dön atlı karınca! Niye bizim aldığımız jetonun süresi bu kadar kısa be büyükbaba? Neyse, biz de kokoreç yemeğe gideriz."

djindji-rjind uğurböceği..

SaySay

'Bugünün tam olarak hangi gün olduğunu hatırlamıyorum' derken ajandaya baktım; meğer dünü de bilmiyor, hatırlamıyormuşum. Yaklaşık 10 gün öncesinden saya saya geldim bugüne, baktım ki saat 12'yi geçmiş. 'Kahrolası zaman!' dedim; gitarım olsa -tabi bir de çalabilsem- çıkarıp 'Tutamıyorum Zamanı'yı çalıp kendimle dalga geçecektim.

Aslında tek istediğim Ankara'nın günleriyle Istanbul'un günleri benzer mi diye bakmaktı, bakamadan pes ettim elbet; şimdiye kadar denediğim milyon kerede olduğu gibi. Eve gitmek istemekten çok başka bir şey bu, nefes almak isteği gibi.

Oha, tabi ya; artan bunca maket malzemesini ne yapayım diyordum. Kartonlardan bir ev, çıtalardansa uçurtma yaparım. Guajlarımla eskimiş dünyaya yeni bir kılıf uydururum. Pastellerle ona bir bayrak yaparım, tek olur. İsteyen penceresine asar, isteyen balona basar, dileyen don niyetine giyer. Ben yapayım da sahiplenmek kısmına karışmayayım.

Kalemlerim var, bir kırtasiyeyi dolduracak kadar. Yok lan, müze; hepsi başka, yedekleri var biter ya da bozulurlar diye.

Neyse, diyeceğim o ki; saymakla geçmiyor, en azından hazırlık yapayım. Yakın ya da uzak..

Mayıs 20, 2010

tteessaaddüüff

Düşündüm de;

Keşke adımdaki bir harf tekrar ediyor olsaydı, o zaman birini sana verebilirdim.

Cemal Süreya'nın ölüm yıldönümünde mi doğmuştum ben?

Mayıs 09, 2010

Sokak Güzeldir!

Klasik bir cumartesi panaromasından farklı olacağını sezmiştim aslında. Kaynağını kısmen kestirebildiğim bir bel tutulması, sabah miskinliği, bilgisayar başı halleri sanki günün devamı gelmeyecekmiş hissi yaratsa da; başbakanın manasız ve önceden hazırlıklı kitlesinin önünde yaptığı konuşmayla celallenmeye başladım. Önceden nerede alkışlayacakları öğretilmişti belli ki. Ve konuşmasının sonunda tüm ülke vatandaşları adına teşekkür ediyor vakıflar genel müdürüne ve ilgili bakanına. Benim için etmemesini diledim, kızarak. İçine sıçılan ve sıçılması için hala çaba sarfedilen bir Istanbul vardı ve göz boyamak için yapılan üç-beş restorasyonu anlatıyordu (TIKlayalım). Ve sonrasında utanmadan 3.köprü katliamıyla gurur duyuyor, adını da Istanbullu'lara soracağı için böbürleniyordu (TIK). Güler Zere'nin gidişi ise aklımdaydı hala.

Bir anda telefonu elimde buldum, önce annemle konuştum; ardından anlaştığımız gibi Fulya'yla çıkmaya karar verdik. Ama sabahlamaktan vazgeçmiştik.

******

Ve.. 19:05 / Akşama bloga yazılmak üzere Istiklal'de yürürken telefonun taslaklar kısmına kaydedilenler

Koptu Kervan'ı uzun bir aradan sonra canlı dinlemek, en son onunla alkış tutup video kaydı yaptığımız şopar çocukları duymak, pandomimciyi göz ucuyla bakmak, operacı bir kadını sokakta görmek, her adım başı çanal/söyleyen grupların seslerinin karışması özlenen bir yazı hatırlattı bana. Sokak her zamanki gibi güzeldi ve her grubun etrafında bir sürü insan vardı, merakla izleyen.

Birazdan Fulya'yla buluşacak, ne zamandır görmeyi istediğim oyunu (TIK) izlemek için tiyatroya gidecek olmak, garipsediğim bir fularla Beyoğlu'na çıkmanın şaşkınlığı, onu ve sevgilisini görürüm korkusuyla koşar adım yürüdüğümü farketmek ama neredeyse en güzel kafe ve sokaklarda anılarımız olduğu için oralara gitmeyeceklerini varsaymak, Ece Temelkuran'ın bir başka kitabı için (çünkü Ağrı'nın Derinliği bitmek üzere) Mephisto'ya doğru ilerlemek, merdivenlerinde onu anmak ve yaklaşan doğumgününü şimdiden kutlamak,,.. her ne kadar bunların birer rutin olduğunu söylese de Nur (terapistimdi, söylemiştim), ben mutluyum bu rutinlerle..

Ona şort ve mont aldığımız Beyoğlu İş Merkezi'nden kimle yapıyor artık alışverişini ki?! (Arada bir sus ve iç sesim!)

Derken, Galatasaray Meydanı'nında bir eyleme şahit oldum. Eğitim Hakkı İnisiyatifi, üniversitelerde düşünce ve ifade özgürlüğünün engellenmesine, eğitim hakkının gaspına karşı her cumartesi 18:00'de Galatasaray Meydanı'ndaymışlar. Sokak gerçekten güzel bugün.. Sesi var sokağın her dilde, her dertte..

Bir yanım Kumbara Cafe'ye mi gitsem diyor, azıcık oturup soluklansam.. Fulya'yla gitmek üzere erteliyorum tiyatro sonrasına.

Mephisto'ya yaklaşmışken tam; beynimin uyuştuğunu hissediyorum sadece ve hemen karşıdaki Art Nouveau binaya doğru bakakalıyorum. Daha geçen hafta V. İşçi Filmleri Festivali (TIK) açılışında sloganlar attığım, Emek için alkış tuttuğum, bir gün öncesinde de Min Dıt'i (TIK) izlediğim Yeni Rüya Sineması kepenklerini kapatmıştı. AKP'nin politikalarına, yalanlarına bir defa daha küfrettim, bir caddeyi bu denli mahvetmek için çaba harcamasına anlam veremiyorum. Yüz yıl sonraki mimarlık tarihi kitaplarını okuyan insanlar neler diyecekler onun için, kestirmekte zorlanmıyorum artık. Bir caddenin dokusunu, kokusunu, anısını yok etmek sadece vahşet kelimesiyle denk düşüyor.

Bunları düşünürken gözüm dükkanlara takılıyor, hepsine sanki tek bir elden çıkmış pankartlar örtü oluyor. "Tahliye Nedeniyle Zararına Satışlar","Bitiriyoruz", "Etiketin Yarısı". Bu kez uyuşma beynim dışında tüm vücuduma yayılıyor. Bir anda hamle yapıyorum değişik şeyler satan çorapçıya ve alışveriş yapan herkes leş kargalarına dönüşüyor. Uzaklaşıyorum.

Emek Sineması'nın önünde buldum kendimi, kirlenmiş cam kapıları, 'Ben buradayım hala!' diyen tabelaları. Geri dönüyorum dükkanların önüne, öfkeliyim bu kez. Ece Temelkuran'ın cümleleri geliyor aklıma "Çünkü biliyorum, aslında ağlamamak için öfkelenir insanlar. Öfke, acıyı dik durarak yaşamanın yoludur."

Pasaja dalıyorum, çünkü uzaktan Mustafa Kemal'in sözünü görüyorum, "Sinemaya layık olduğu ehemmiyeti vermeliyiz." esasında garipsiyorum ehemmiyet verin yerine verelim demesini. Ve anlaşılan o ki, bugünü "iyi" yapmak için Atatürk sözleri yetmiyor artık. Hem söz de salonlara bir gönderme de yok sanırım, tüh. (Neyse, bu kısımda ifade özgürlüğümü bir miktar kısıtlıyorum, bu başka bir yazının konusu olsun istiyorum; Mustafa Kemal ve Bugün). İnci Pastanesi'ne ne olacak?! Hemen yan tarafta koskoca bir şirketler grubunun iğrenş alışveriş merkezi inşaatından sesler uyandırıyor beni tekrar.

Alkış, ıslık ve slogan sesleri "bastırıyor" inşaatın sesini. Sendikalı Bilgililer (TIK) geliyor. İşten çıkarılan 4 çalışma arkadaşları için artık onlar da sokakta. "Bugün okula ne kadar kazandırdım" yazıyordu pankartlardan birinde ve sermayenin elini üniversiteden çekmesini istiyordu kalabalık. Bir an durup Bilkent'i düşündüm ve böyle bir şey hiç geldi mi akıllarına acaba demeden edemedim. Neresinden olduğunu tam kestiremeden katıldım yürüyüşe ve 1 Mayıs'ta öğrendiğim sloganlara eşlik ettim. "Dünya yerinden oynar, işçiler birlik olsa.", "Sendika hakkımız engellenemez"

Günün ikinci eylemi Galatasaray Meydanı'na yaklaşıyordu. Ve meydandaki diğer eylemciler gelen grubu bekliyordu. Birbirine karışan sloganlar sonrasında bir oldu. "Yaşasın sınıf dayanışması", "Kurtuluş yok, tek başına. Ya hep beraber, ya hiç birimiz."

Tramvaylardan biri durdu, biriyse hunharca kalabalığın içine girdi. Sanırım o ara ağzım açıktı hayretten.

Yürüyüşü takiben polis geliyordu arkadan. Önümde yürüyen kadının göğüslerine bakan polis. Midem bulandı.

Mephisto'ya geri döndüm. Emek Sineması'nın önünde takıldığım grup beni Galatasaray Meydanı'na geri götürmüştü. Umutla..

"Ne Anlatayım Ben Sana!" (TIK) Çok defa kitapçıda elime alıp dokundum bu kitaba. Arka kapağını defalarca okudum. Kitabın konusunu bilmiyorken de biliyorken de o kırmızı kurdele okurken ne olduğunu anlayacağım bir şeydi. Mephisto'ya girdim sonunda, kalabalık arasında can hıraş kitabı buldum ve dokundum. Hrant Dink'in Sebat Apartmanı önündeki kaldırımda yatarken bedeni, eşi-arkadaşı Rakel'in ağlayarak Ece Temelkuran'a "Biz size güvenip kaldık" dediği anda Temelkuran'ın başını öne eğip ayakkabılarındaki kanı gördüğü an hissettiklerini hissettim sanırım. Her dokunuşta bembeyaz, tertemiz bir alna dokunur gibi, biraz da suçlulukla.

Bu arada, açma da aldım tabiki. Tok da olsam. Kabuğunu yedim sadece ve içini ise sana bıraktım sevgili-(m?).

******

Saat sanırım sekize yaklaşırken Fulya'yla karşılaştık. Mihrimah'ta keyifli birer çay eşliğinde yine Su Samuru olduk birbirimize karşı. Şizofreni olmaya yatkınlığı yüksek olan iki kadının bu sohbetini sanırım anlayabilecek üçüncü bir kişi daha yoktu. Halbuki her şey düz mantıktı.

******

Fail-i Müşterek!
Bugünü ancak böyle bitirebilirdim diyordum. Biz yapmıştık hepsini ve susarak hala olan bitene izin veriyorduk.

Ama bir gün herkes on beş dakikalığına insan olacak, biliyorum. Şimdiyse tüm fiiller müşterek.

Ve Kumbaracı50'ye en az bir kez gitmeli herkes. (TIK)
(Başka bir yazı olsun bu oyun, izlerken biletin üzerine aldığım birbirine karışmış notlar).

******

Boğazımızki düğümle Kumbara'ya gittik, yine sıcak, yine ev gibi.. Yine müzik, yine şarap.. Anlam veremediğim fularıma sarıldım sıkı sıkı, bütün gece artık boynumda değil elimdeydi.

"Gidiyor musunuz?" Keşke gitmeseydik be Fulya.. Hem bak be tam da, o karakteri bulmuşken, abiii mi desem hep, sussam..

*****

Midye.. Ve bir sonrakine sabahlamak sözüyle eve giden otobüse doğru koşar adım..

*****

Sokak güzel, sokak ses, sokak hareket, sokak umut!

**Makinamı ne zaman evde bıraksam böyle oluyor, neyseki yadigar E250'm vardı yanımda :) Her şeyi bir defa daha bulanıklaştırıyordu. Görebilmek için fotoğrafların üzerine tıklamak yeterli.

8mayıs2010

Mayıs 04, 2010

Bayan Nihayet!

Evet, öyle.

Özlemek insana has bir duygu en nihayetinde, o yüzden inadına bu çarşamba okuyacağım rafa kaldırdıklarımı..

Ting-a-ling-a